Merhaba Vitrin Haber okurları, 



Bu haftadan itibaren haftada bir gün; Allah müsaade ederse, sizlerle birlikte olmaya çalışacağım.



Köşemin adını “terazi” koydum. Kantar demedim, Baskül demedim. Çift kefeli terazi dedim. Bence en hassası çift kefeli olandır. Diğerleri yay veya elektronik olduğu için yanılma payı olabiliyor ama çift kefelide yanılma payı olmaz.


Bendeniz bu teraziyi elma-armut, soğan- patates, altın- gümüş, günah- sevap tartmak için kullanmayacağım.


Hz. Muhammed A.S. “İki günü eşit olan ziyandadır.” “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, hemen ölecekmiş gibi ahiret için çalış” mealinde hadis-i şeriflerini hepimiz duyuyor ve okuyoruz. Duyuyor veya okuyoruz diyoruz ama duyduklarımız okuduklarımızdan daha çok. Hatta bazen Peygamber Efendimizin ağzından çıkmadığı halde onun sözü imiş gibi söylenen sözler de var. Bu sözler insanların hem bu dünyası hem de ahireti için faydalı ise söylenmesinde bir sakınca görmüyorum ama Efendimize ait değilse, onunmuş gibi söylemeninde takdir edersiniz ki yakışık almayacağına inanlardanım.


Ben, hem bu dünya için ahireti unutmayanlardanm, hemde ahireti için bu dünyayı unutmayanlardan olmaya çalışanlardanım. Herkesinde bu şekilde olmasını isteyen, bu yönde telkinlerde bulunan ve dua edenlerdenim.


Bu köşemde sizlerle yapacağım sohbetlerin geneli bu şekilde olacaktır. Bazen “kem-küm” de edebilirim. Çünkü her söylenen ve yazılan herkesin hoşuna gitmeyebilir. Yazımı hoşlanmayanlar bana “kem-küm” etmişsin diye yorum yazıyor. Benmde peşinen söylemiş oldum. Sonradan hayal kırıklığına uğratmamak için. Kem-Küm


Hikâyelerimden bıkanlar var ama yine bu hafta bir hikâye yazıyorum.

Yaşanmış veya yaşanılması mümkün olabilecek bir olayı, kişi ve zaman belirterek anlatan ve genellikle okyuculara hayat dersi veren, okuyanın veya dinleyenin hayatını olumlu olarak etkilemesine yardımcı olan düz yazılardır.


Hikâyede, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Konu tümüyle düş ürünü olabilir, ya da son derece gerçekçidir. Genellikle romandan kısa olurlar, dar bir zamanı kapsarlar, kişileri romana göre daha azdır, anlatılanları tek ve sınırlıdır ve olayla ilgili yer ve zaman belirtirler.


İsmail Dede 80 yaşlarında.

Yusufiye mezunu.


Bir arkadaşı, komşu kızına âşık olmuş. Kız da ona âşık olmuş. Aileler evlenmelerinde bir sakınca görmüyor ama oğlanın yaşıtı kızın bir amcası var. Kesinlikle olmaz diyor. Bu senelerce sürüyor. Amcayı ikna etmek için araya girmedik insan kalmıyor. Ama amcada hiç “olur” diyecek bir durum söz konusu değil. Yaşıtlarının neredeyse oğulları askere gidecek, kızları gelin olacak. Onlar daha amcanın razı olmasını bekliyorlar. İsmail Dede arkadaşına: “Yeter artık, ben sana arkadaş olacağım. Kaçıralım kızı, nasıl erkeksin?” diyor. Bunun üzerine kızı kaçırıyorlar. Kız yakalanınca



korkusundan “beni zorla kaçırdılar” diye ifade vermesi üzerine hapse düşüyorlar.


İşte İsmail Dedenin eğitim aldığı yer burası.


Çok sade ve akıcı bir usül ile hatıralarını anlatıyor ama bir özelliği daha var. O anlatırken gözleri hep dinleyicilerin üzerinde. Dinliyenler değil bir biriyle konuşmak, İsmail Dede’nin gözlerinden birisi gözlerini ayırsa konuşmayı o anda kesiyor, cümlesini dahi tamamlamıyor.

İsmail Dede’yi tanıdığımda ben henüz 19 yaşında bir yıllık öğretmendim. Sene 1969. O zamanları teyp denen ses alma aleti belki vardı ama benim yoktu. İsmail Dede’nin anlattıklarını kayıt edebilseydim, bir anı kitabı olurdu. Ama o şansım olmadı.


İsmail Dede göğsünde bir muhtar çakmağı denen gaz yağı ile çalışan bir çakmakla dolaşırdı. Yanındada Gazilik Madalyası vardı. O çakmağı daha ön planda tutmağa özen gösterir madalyadan daha fazla önem verirdi. Çakmağın arkasında küçük bir halkası vardı. Çengelli iğne ile göğsüne takmıştı.


— Evlatlarım, bu gün size bu çakmağın hatırasını anlatayım. Köylülerim ve çevrem bilir ama Muallim Efendi bilmez. Muallim Efendi de bilsin ve talebelerine anlatsın ki; en ufak bir şey bile zamanında doğru yerde doğru olarak kullanıldığında bir bombanın yapabileceği işler yapıp insanın kendisini kurtardığı gibi belşki de bir savaşın kazanılmasına dahi sebep olabilir.


Gördüğünüz bu çakmak, zafer kazanmış bir çakmaktır.


Bomba ateşlemeye yarayan bir çakmaktır. Bu benim şeref madalyamdır.


Sadece benim olduğu için taşımıyorum, bu milletimin şeref madalyası olan bir çakmaktır.


Bir gün, düşmanların konakladığı yere ulaşmak için yer altından tünel kazmaya başladık. Biz, ona lağım diyorduk. Şimdi lağım desem siz tuvaletlerin pisliğini anlayacaksınız. Şimdi lağım değil tünel deniliyor ve bu işi filmlerde görüyorsunuz. Mahkûmlar hapishaneden kaçmak için kazıyorlar. Osmanlı döneminde başvurulan savaş metotlarının en önemlilerindendi. Düşmanın oturduğu yerin altına kadar ve özellikle cephaneliğin bulunduğu yerin altına kadar yerin altından köstebekler gibi tünel kazılır ve bomba patlatılarak düşman cephaneliği ve düşmana zarar verdi. Bu patlatmayı yapan askerlerde neredeyse kurtulamaz orada şehit olur ama savaşın kazanılmasını sağlarlardı.


İngiliz siperleri bize yakındı. Tünel kazarak İngilizlerinsiperlerinin altına gidip patlatacak ve onlara zarar verecektik. Bir anda yer altında düşman askerleri ile karşı karşıya geldik. Meğer aynı şekilde İngilizlerde tünel kazıyormuş, iki taraf askeri yer altında karşı karşıya geldik. Onlar silahlılarmış, ellerinde tüfekleri tabancaları varmış. Biz bunu düşünememişiz. Sadece elimizde toprak kazmak için kazmalar ve toprağı kürümek için kürekler vardı. Sadece bende fitilli bir el bombası vardı. Hemen bu gördüğünüz çakmakla bombanın fitilini ateşledim. Düşman bunu görünce ellerindeki silahları da bırakarak kaçtılar. Arkalarından giriş deliklerine kadar koştum. Adamlar kazdıkları tünelden çıkmışlar ve hemen tünelin ağzını kum torbaları ile kapatmışlardı. Geriye dönmek zorunda kaldım ve elimdeki bombanın da fitilini söndürdüm.


İşte, o gün bu çakmak sayesinde hem canımızı kurtardık, hem arkadaşlarımızı kurtardık belki de Çanakkale Zaferini kazanmamızda az da olsa etkisi olduğunu düşündüğüm bu çakmağı o günden beri şeref madalyası olarak göğsümün üzerinde taşıyorum.




 

- - - - -