Karlofça anlaşmasıyla belirginleşen saf dışına itilme sürecinde,  savaş kaybeden bir medeniyetin çocukları olarak yeni kurulan devletle yaşama biçimimizi tayin ederken, makas değiştirdik.Tuhaf olanı üzerinde hareket ettiğimiz kulvarın niteliklerini kavramaktan çok uzağız.Üzerinde yürüdüğümüz yolda aşkımızı  ilan ederken sevgilimizin kaşını, gözünü, saçını, yüzünü  öyle bir tarif ediyoruz ki, o yoldan dönmek, o sevgiliden bıkmak akla ziyan.Zamanla yürüdüğümüz yolda mesafe katederken geçirdiğimiz her sarsıntı ile o sevgiliye tekrar nazar ettiğimizde;  tanımladığımız hiçbir niteliğin onda olmadığını, sadece arzu  ve hayal ettiğimiz bütün güzellikleri ona atfederek  kurguladığımız  hayat  tasavvurunu anlarken  kabul etmekte zorlanıyoruz.
    Yaşarken bizi derinden sarsan  olumsuzlukları  konjüktürel  değerlendirme ile anlamaya çalışma  tarzımız,  bizi   her seferinde daha büyük problemler ile karşı karşıya bıraktı.Temmuz ayında gerçekleşen Darbe denemesi   devlet ve toplum olarak her şeyi  tekrar sorgulama sürecine soktu.Bu minvalde problemleri  algılama biçimimiz ve çözüm önerilerimiz  renkli bir yelpaze oluşturmaktadır.Geçmişteki sevdalarını terk edemeyenler ülkeyi kaybetme pahasına hala tezlerinin ne kadar doğru olduğunu iddia ederek, ortaya çıkan problemlerin  halli için, yüz yıl önce başvurulan çözümleri hatırlatıyorlar.Başka bir kesim yaşadığımız sıkıntıları, cemaatleşmenin ortaya çıkardığı sorunlar olarak algılayıp, cemaatlerin  komple tasfiye edilmesi gerektiğini  teklif ediyor.Yine farklı bir kesim,  meydana gelen olayların,  siyasilerin  sorumsuz yönetim anlayışından kaynaklandığını ifade ediyor.Bütün bu olanları, kimileri  hantal devlet anlayışına, kimileri memurlara ve kimileride yasalara dayandırıyorlar.Uzunca süredir bu tür olayların nedeni büyük oranda halka bağlanırdı.Yaşanılan olumsuzlukların,  ilk  defa halk dışında nedenlerle  izah edilmeye çalışıldığına şahit oluyoruz.
       Sezai Karakoç devleti; ‘’toplumun en yüksek seviyede örgütlenmiş biçimi’’ olarak  tanımlar.Platon,  devleti;insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş büyük ölçekli bir organizma olarak tanımlarken, demokratik bir yapıda  devlet işlerinin;  yönetilenler  ile yönetenlerin,  yönetime katkı sağlaması sonucu  gerçekleşeceğini söyler.Bütün devlet tanımlarının ortak paydası , toplum ve devletin birbirlerinde karşılığı olması esasına dayanır.İdeal devletin güçlü bir medeniyet üretecek büyüklüğe ulaşması  ise, devlet ve toplum arasında oluşan karşılıklılık bağının adalet  temelinde gerçekleşmesi esasına dayanır.Osmanlıda  gerileme dönemi ile birlikte sarsılan devlet-toplum  organizasyonu uzunca bir süredir birbirini örtecek olgunluğa ulaşamadı.Bilhassa I.Dünya savaşı ile birlikte  kaybeden bir imparatorluğun devamı olarak kurulan yeni devlet organizasyonu halkı ile düşmanlıklar üreterek sürekli didişti.Devlet , yönetim marifetini;halkına göre şekillenmekten çok, halkına şekil verecek bir biçimde sergilemeyi tercih etti.Halk ise değerlerine  savaş açan bir devlet anlayışı karşısında, bireysel olarak  kendi varlığını koruyacak  sosyal birimler, toplumsal  olarak  devletini kendini dikkate alan  bir yapıya dönüştürecek  siyasal mücadele içerisine girdi.Devlet ve toplum bu uyumluluk   sürecinde yaşanılan mücadeleyi,  kendi birikimi olmadığı bir kulvarda yürüttü.Karşılaştığı sıkıntıları ve kendine kurulan emperyal tuzakları okumakta zorlandı.Devlet kendisinden beklenen, eğitim, sağlık, gelirin tabana yayılması ve  hakkın yerini bulması, haksızlığın giderilmesinde adaletle muamele edilmesi gibi temel sorumluluklarını  hala tatmin edici düzeyde yerine  getiremedi.İçinde bulunduğumuz dönemde yaşama biçimimiz büyük ölçüde değişmiştir.Sanayileşme, % 70 civarındaki kentleşme oranı, kadınların hayata daha fazla müdahil olması, teknolojinin yaygınlaşması, geniş ailenin yokolması toplumu alışık olmadığı bir yaşam biçimine sürüklemiştir.Bu değişim sürecinde toplum kendini koruma refleksi ile hareket ederken elinde bulunan yapılara tutunarak varlığını sürdürmeye çalışmıştır.Bu noktada cemaat ve tarikatlar en fazla göze çarpan kurumlardır.Şehirde varolmanın mücadelesini veren insanlar , kendilerince bir takım kurumlara eklemlenme ihtiyacını hissetmiştir.Yadırgadıkları yaşam biçimine devletten  destek  göremeyen insanlar, destek görecekleri örgütlenmelere dahil olmuşlardır.Bu bağlamda cemaat ve tarikatların başlangıçtaki  kuruluş iddiaları,  müntesiplerini eğitmek  ve onların inanç biçimlerine uygun ortamlar sağlamak iken,  toplumsal yaşam biçiminin çok hızlı dönüşmesi ile  ortaya çıkan sorunlar karşısında varolma savaşı veren kişileri bünyesine katarak güç kazanan menfaat örgütlenmeleri biçimine dönüşmüşlerdir. Bu kırılma noktası; aynı zamanda müdahelesi  zorunlu sapkınlıkları içinde bulunduran, istismara açık  sosyal bir  çürüme biçimidir.Devlete ve topluma yeni bir ruh verecek değerlerin,  şarlatanlarca kendilerine menfaat temin eden pazarlama argümanı oluşturmasının  ötesinde , güvenliği  tehdit eden unsurlar haline gelmesine de şahit olduk.
    Aslında yaşadığımız bu toplumsal travma ve yozlaşan kadim kurumlar ;  gerçekleştirmekte geç kaldığımız endüstri devriminin  tamamlanma sürecinde  ortaya çıkan  savrulmaların sonucudur.Sanayileşme ve hızlı kentleşme ile dönüşen  hayat biçimi,   bireyin yalnızlaşması,  yaşama tutunmak için güce  daha fazla ihtiyaç hissedilmesi, cari çalışma hayatının sosyalleşmeyi kısıtlaması gibi unsurlarla beraber, modern hayat biçiminin toplumu kuşatarak,  bireyi ve devleti farklı davranış biçimleri edinmeye sevketmiştir.Bu sürecin iyi yönetilememe nedeni devlet ve birey arasındaki soğukluk ile  beraber edinilen yeni yaşam biçimimize dair sahici bir birikimimizin olmamasına dayanır.Çürümeyi önlemek için kadim kurumlarımızın tasfiyesi,  onların boşluğunu dolduracak alternatif birimler oluşturulamadığı sürece daha büyük problemlerin çıkmasına neden olacaktır.Yapılacak makul çözüm önerisi ise, kurumların asli amaçlarına yönelmesi, ihlal edilen kısmın budanması şeklinde olmalıdır.Din tarih boyunca hiç bir toplumda tasfiye edilecek kadar güçsüz bir inanç sistemi olmamıştır.Dinin istismar edilen bir yapı olmaktan çıkarılmasının sahici  yolu,  özgürce anlatılabilen, gerçek bilgiye ulaşılabilen, bireyin kendisini inançlarına uygun olarak ifade edebildiği ortamları temin etmekten geçer.
        Toplumsal olayları, matematiksel denklemler gibi  çözemeyiz.Bu noktada yakın tarihimizde yaşadığımız yanılgıya dayalı olumsuz deneyimlerimiz   mevcut.Yüzleştiğimiz sıkıntıların  kaynağı kendi yapımızla örtüşen, içine girdiğimiz problemleri kontrol ederek çözüm üreten bir devlet organizasyonunu kuramamamızla bağlantılıdır.Problemlerimizi ceberrut  devlet anlayışından çok, doğru tesbit edip teşhis koyarak çözmeliyiz.Bugün yaşadığımız toplumsal travma, aklı selim ile yönetilip yapılandırılan, halkı ile barışık, tarihine yüzü dönük, inancından güç alan, kendi olabilen bireylerin oluşturduğu devlet organizasyonunu inşa potansiyeline sahibtir.İnşallah bu süreç  aklı selim ile yönetilerek,  umut edilen yapıyı inşa etmekte başarılı olur.