Ben müdür olamadım, bu hazzı, bu onuru yaşamadım, aslına kalırsa memur bile olmadım
diyebilirim. Amir olmak nasıl bir şeydir bilemiyorum. Davranış ve ilişkileri nasıl olmalıdır
bilmiyorum. Onun için de değerlendirme yaparken kantarın topuzunu kaçırıp haksızlık,
hadsizlik yapmaktan korkuyorum.
Yine mesai günlerinden bir gün. Saat sabah sekiz buçuk suları. Her gün olduğu gibi rutin
işlerimden ilklerinden olan dükkânımın önünü süpürüyorum. Ana cadde üzerinde bulunmam
dolayısıyla, yanımdan işine gitmekte olan onlarca insan akıp gidiyor. Çok aşina olduğum
tanıdık yüzlerle selamlaşıyoruz, iyi dileklerimizi bildiriyoruz. Tanımadıklarımızı gizliden
inceliyor, kimdir, nedir, nereden gelip nereye gidiyordur gibisinden süzüyor, çaktırmadan
bakışlarımızı gizliyorum.
İtiraf etmeliyim ki, benim derin düşüncelerle hemhal olduğum, tefekkür ettiğim, kendimi,
toplumu sorguladığım, bazen de mali hülyalara daldığım çok kıymetli anlardan bir tanesidir.
İçinde yaşadığın toplumu oturduğun yerden tahlil etmek, ahkâm kesmek yerine sokağı
sokaktan görebilmek benim için çok önemli.
Bu telaş içerisinde koşuşturan insan seli içerisinde çeşitli kurumların müdürleri, daire
amirleri haşmetle, gurur ve kibir abidesi olarak arz-u endam ediyorlar. Gözleri kimsecikleri
görmüyor. Selam sabah adetten değil. Derdim beni fark etmeleri kesinlikle değil. Fakat diğer
insanları da fark etmediklerine şahidim.
Sanki ithal gelmişler, bu cemiyetin içinden çıkmış bir vatandaş değillermiş gibi. İçinde
yaşadıkları topluma yabancı, Eyfel kulesinden, tepeden bakış tarzları var. Bir merhaba
derlerse sırçalı köşkleri yerle bir olacakmış gibi. Jakoben bir bakış tarzı. Ben buna muhalefet
hastalığı diyorum.
Yunus Emre’nin bir sözü olduğunu zannettiğim bir deyişi aktarmak istiyorum;
“Merdivenlerden yukarıya doğru yükselirken yolda gördüğün kimselere selam vermeyi ihmal
etme, dönüşte belki sana lazım olurlar”
Bir de beni çok rahatsız eden bir husus var ki ülkemin kanayan yarası. Omurgasızlık, rüzgâra
göre şekil almak, yanardönerlik, dik duramamak. Ben buna iktidar hastalığı diyorum.
Yunus Emre’nin bir deyişiyle bu malum hastalığa tutulanlara teşhis koymak isterim. “Birçok
koltuk gördüm üstlerinde adam yoktu. Birçok adam gördüm altlarında koltuk yoktu.”
Benim hayal ettiğim ülkemin, her hal ve şarta dik durabilen, omurgalı, akıllı, onurlu
yöneticilere ihtiyacı olduğuna inananlardanım. Tercihlerini her türlü siyasi ve ideolojik
mülahazalardan öte, liyakat, doğruluk, çalışkanlık üzerine yapabilecek cesur idarecilere
ihtiyacımız olduğuna gönülden inanmaktayım.
Çeşitli mahfillerden gelen telefonlara A deyip LO demeden, olur efendim, emrin başım
gözüm üzerine, ne demek hemen, derhal efendim diyerek eğilip, bükülüp gerdan kıvıranlar
belki günü kurtarabilir, fakat kendilerini küçültüp Gayya kuyusuna düşürüyorlar, bundan
hiç kimsenin şüphesi olmasın. İktidarlar değişmesine rağmen bir türlü değişmeyen ve
değiştirilemeyen bu anlayış neticesinde memleketim kaybediyor, benim memleketimin
insanı kaybediyor.