Hayatta bazı şeylerin telafisi mümkün olamıyor.

Bu durumun en somut örneği insanın doğaya vermiş olduğu tahribat…

İnsanın varlığına, yarınlarına, çocuklarına vermiş olduğu “geri dönüşümü olmayan tahribat” demek daha doğru olacak.

Nükleer santral uğruna kesilen yüz binlerce ağaçtan sonra İnceburun Yarımadasının tıraş edilmiş içler acısı görüntüsü; soyunmaya başlamış muhtemel felaketin “üstü örtülemeyen” çıplaklığı aslında.

Ne yazık ki; her şeyin aydınlatıldığı/parlatıldığı ama hiçbir şeyin gösterilmediği bir çağda nükleer santral hakkındaki gerçekler "ne kadar çıplak kalsa da", biz yine 1970’lerin “cici nükleer enerjisi” anlayışı ile bakmaya devam ediyoruz.

Günümüzde nükleer enerji konusunda bizden daha tecrübeli olan güçlü devletler nükleer santrallerini kapatmaya başlarken, yeni ve yenilenebilir enerji araştırmaları için bütçe genişletirken;  biz “alternatifi olan enerji değil de doğaymış gibi” hareket ediyoruz.

Enerji ihtiyacının önemli bir kısmını nükleer enerjiden sağlayan Almanya, 18 nükleer reaktörden 6 tanesini kapattı, geri kalan 12 reaktörü 2030 yılına kadar kapatmayı planlıyor. ABD 5 reaktörünü kapatırken, 1979 yılından bu yana Amerika ve Kanada’da nükleer santral girişimi yok. Japonya Fukişima faciasından sonra 54 reaktörün 48’ini tamamen kapattı.

Dünya genelinde nükleer santrallerin kapanma kararı artarken “özellikle en çok enerji üreten, gelişmiş ülkelerin”  kapatma kararı aldığını ve yenilenebilir enerji kaynakları yatırımlarını artırdığını gözlemleyebiliyoruz.

Ülkemizde ise Akkuyu’dan sonra ikinci nükleer güç santrali (NGS) olan Sinop NGS’nin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu geçtiğimiz Ağustos ayında onaylandı.

2013’de Japonlarla yapılan Sinop NGS anlaşmasına rağmen, bu santralin bölgenin 2015’de askıya çıkan ve onaylanmış 1/100.000 Çevre Düzeni Planında(ÇDP) olmaması, 2019 onaylanmış ÇDP “plan notu değişikliğinde” ise İnceburun Yarımadasında “Nükleer atık depolama tesisi” işaretlenmiş olması gibi “garabetler” ve İnceburun bölgesinin ekolojik önemi gibi sebeplerle geçtiğimiz Ekim ayı başında Sinop Belediyesi başta olmak üzere bazı ilçe belediyeleri,  STK’lar ve bazı bireysel başvurularla ÇED raporuna karşı dava açıldı.

Bu demek oluyor ki, bugün referandumla halka NGS sorulsa; varlığı insan yaşamı için büyük tehdit olmakla birlikte, olağan işleyişinde dahi ekolojik dengeyi alt üst eden, doğaya ve insan sağlığına büyük zararlar veren, “Karadeniz’deki canlı yaşamı geri dönüşümü mümkün olmayacak şekilde bitiren” bu santrallerin yapımı kabul edilmeyecektir.

Bugün 4 nükleer santralini kapatmış olan İtalya’da, yüksek mahkeme nükleer santral yapma ve yenileme kararını referanduma bağladı. 2050’ye kadar ülkesindeki nükleer enerjiyi bitirmeyi planlayan İspanya’da da halkın istekleri doğrultusunda yüzde 92’si bitirilen nükleer santraller kapatıldı.

Sinop; bu ülkelerin şehirlerinden, “nüfusu az” gerekçesiyle yapılması planlanan nükleer santral bölgesindeki “insanlar” da oradaki insanlardan daha değersiz değildir.

Sinop’ta yapılması planlanan NGS’nin yüzölçümünün dikkat çekici büyüklüğü ve hem Mersin’de hem de Sinop’ta daha önce hiç denenmemiş reaktörlerin kullanılacak olması tehlikeyi çok daha büyük boyutlara taşırken, birilerinin “İnceburun’u dünyanın nükleer çöplüğü olarak tasarladığı” iddialarını da güçlendiriyor.

Bugün, nükleer enerjiyi savunanların, ülkemizin öz kaynaklarla bir türlü “karşılanamayan” enerji ihtiyacı ve enerjide dışa bağımlılığı argümanlarının hangi verilere dayandığına ve bu verilerin “tutarlılığına” dikkatli bakmak gerekiyor.

Nükleer teknolojiye mutlaka sahip olunması gerektiği ve nükleer gücün “caydırıcılığı” iddialarını konuşmak için ise önce Ruslar ve Japonlar ile yapılan NGS anlaşmalarında “teknik bilginin” tarafımızdan alınıp alınmadığına bakmak gerekiyor.

Kaldı ki; nükleer güce sahip olmak için, tüm mühendislik ve teknik detaylarının yurt dışından alındığı nükleer enerji santrali kurmak şart değil; ancak tam bağımsız,“milli”  AR-GE ve innovasyon politikaları geliştirmek şart…

Nükleer santrallerin;  işletme sürecinde hiçbir aksilik çıkmasa dahi, ortaya çıkardığı radyoaktif atıkların “binlerce yıl” doğada kaldığı ve bertaraf edilemediği, doğaya ve insanlara son derece ciddi zararlar veren radyoaktif salınımlar sebebiyle bölgesindeki kanser vakalarını artırdığı, atık soğutma suyunun deniz yaşamında meydana getirdiği felaketleri düşündüğümüzde bu enerjinin “sözde”  avantajlarını ne kadar şişirirsek şişirelim geri dönüşümü olmayan “yok edişleri” telafi edemeyecektir.

Deprem, kaza gibi olağanüstü bir durumda meydana gelebilecek felaketin boyutlarını ise tam olarak hesaplayamıyoruz bile…

Deprem ve kazalarla meydana gelen felaketler de sadece Çernobil ve Fukişima’dan ibaret değil.

Dünyada büyük ve küçük çapta yaşanan nükleer kazalar 6000 civarında.

1950'li yıllardaki kazalar  başta olmak üzere;  kamuoyundan hala gizlenen nükleer kazalar var. 

Ülkemizin oldukça zengin olduğu rüzgar, güneş, jeotermal gibi alternatif enerji kaynakları varken, alternatifi olmayan doğa ve yaşam nimetini yok etmeyi göze alan bu ısrar neden?

Geri dönüşümü olmayan yok oluşlar yaşamamak için, Sinop’un dünyanın nükleer çöplüğüne dönüşmemesi için ve şimdi sorgulamazsak hesap vereceğimiz gün sorumlu tutulacağımızı bildiğim için ÇED raporunun iptali başta olmak üzere henüz lisansı alınmamış Sinop NGS anlaşmasının iptal edilmesini diliyorum.

Şehrim için, ülkem için, yarın çok geç olmaması için…