Geçtiğimiz Cuma günü, 30 Kasım 1853 Ruslar’ın Sinop baskını ve katliamının yıl dönümüydü…



Tarih boyunca bölgemizin en önemli ticari ve askeri stratejik üs ve limanı olan, aynı işlevini Selçuklu ve Osmanlı döneminde de devam ettiren İlimizin tarihine baktığımızda, benzer bir katliamın ve acının yaklaşık 1350 yıl önce yaşanmış olduğunu görüyoruz. Bu acının hatırasını Seyyid İbrahim Bilal türbesini ziyaret ederek, onlara dua ederek yaşatıyoruz.  Ancak 1853 baskını şehitlerimiz için bugüne kadar ayrı bir anma toplantısı yapılmamıştı, genel olarak deniz şehitleri günü anılırdı…



Valimiz, Sayın Dr. Ahmet Cengiz Beyefendi’nin ilimizi teşrifinden sonradır ki,  Sinop’un yerel tarihine daha bir önem verilmiş,Sinop’un Türkler tarafından fethi 2 yıldır kutlama ile yâd edilmekte. Bir Tarihçi Tarih Hocası olarak kendisi de bir tarih doktoru olan Sayın valimize, ilimiz adına şükranlarımızı sunuyorum…



Diğer konuşmacılar, yaşadığımız  bu tarihi felaketin teferruatıyla ilgili bilgi verecekleri için ben konuya kısaca değinmekle yetineceğim. Her türlü milletlerarası hukuk,  savaş hukuku ve insan hakları ihlallerinin en alasının yaşandığı baskınlarla donanmamız toplamda dört kez yakılmıştır:



1571 İnebahtı faciası, 
1770 Çeşme faciası, 
1827 Navarin faciası,
1853 sinop faciası…



Sinop baskınında daha başka trajediler de yaşanmış, mesela gemilerden denize atlayan ve artık düşmana zarar veremeyecek durumda olan savunmasız askerlerimiz top ve diğer silahlarla ateş edilerek katledilirken, şehrimizin sivil halkın yaşadığı bölgeleri de top ateşi altında bırakılmıştır. Ama ne gariptir ki, Rumların çoğunlukta olduğu mahalle bu saldırıya uğramamıştır!!!!



Menfaatlerine zerrece bir zarar geldiğinde insan hakları, demokrasi, milletlerarası hukuk, anlaşma vb. gibi bahaneleri dilinden düşürmeyenler; kendi tarihlerinin hiçbir döneminde bu kuralara bağlı kalmamışlar, yaptıkları anlaşma ve yeminleri (1444 Segedin Ant.), en basit hukuk ve insan haklarını hiç dikkate almamışlardır. Bu dün böyleydi, bugün de böyle devam ediyor.. Filistin, Irak, Karabağ, Arakan, Doğu Türkistan,  Suriye ve diğer birçok bölgede yaşananların acaba yüzde biri bir Hıristiyan veya Yahudi bölgesinde yaşansaydı, dünyayı yönetenler bugünkü gibi suskun kalırlar mıydı?.



Biz böyle bir anlayışın ve medeniyetin hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz..



Tarih bir milletin sadece geçmişi değil, belki daha çok geleceğimiz için dersler çıkaracağımız ilham alacağımız bir bilgi hazinesi ve kaynağıdır.



“Tarih; Generallerin, Kralların değil, milletin tarlasıdır.Her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse, gelecekte onu biçer.” (Voltaire)



Tarihe baktığımızda şunu görürüz ki; Milletler tarihin ya öznesi ya da nesnesi yani malzemesi olurlar..  Bu bugün de böyledir.Tarihin öznesi olanlar, büyük düşünen, milli ülkü ve hayalleri olanlar, kendine,çevresine ve tüm insanlığa karşı sorumluluk hissedenler ve tarihlerini iyi bilen, geçmişine geleceğinin aynası olarak bakmayı başarabilen milletlerdir. Bu özelliklere sahip olmayanlar dün olduğu gibi bugün de, yarın da  olayların malzemesi, güçlü devletlerin ırgatı olmaktan kurtulamayacaklardır.



Bizler de bugün bir kavşak noktasındayız. Bulunduğumuz topraklar  dünyanın en önemli  stratejik noktası durumunda… Tarihi,Ticari,Coğrafi,İktisadi açıdan eşi bulunmaz bir stratejik bölgeye hakimiz.. Elbette bizi rahat bırakmayacaklar, elimizdeki bu imkanlara sahip olmak isteyen rakiplerimiz bulunacaktır. Bu sebepledir ki, etrafımız bir ateş çemberi ile kuşatılmak istenirken, içeride de kullandıkları odaklar ile insan,ekonomi ve enerji kaynaklarımız ile beraber vatan ve millet bütünlüğümüz tehdit edilmekte, tehlikeye atılmaktadır.



Kısaca bu topraklarda ya güçlü bir devlet, millet ve medeniyet olmak, ya da yok olmak zorundayız. Bu coğrafyada orta halli bir devlet ve milletin yaşama şansı yoktur. Bu öyle bir coğrafya ki, dünya da benim diyen her devletin bir hesabı, bir emeli var…



Yüce yaratıcı bize bu muhteşem coğrafyayı   vatan olarak bahşederken,  bize de bunun karşılığında çok büyük bir sorumluluk yüklemiş görünmektedir:..



Bu coğrafyaya,  Bu imkanlara lâyık büyük bir devlet ve medeniyet kurmak…



Bugünler de yaşadığımız sıkıntılar ve problemler sebebiyle biz de ; Üstad Cemil Meriç’in ifadesiyle “Murdar bir halden muhteşem bir mazi” olan tarihimize kaçıyor, sığınıyor ve oradan bir tekrar sıçrama noktası, mihengi arıyoruz . Biz bir kolu Tanrı Dağı’na ve diğer kolu Hira Dağı’na uzanan iki önemli kaynaktan beslendik. Sonra bu iki kaynağın buluşmasıyla da büyük bir çağlayan olduk, medeniyet olduk, insanlığın ufkuna doğduk…



  "ÜSTÜMÜZDE ÜÇ KITANIN KAYIDI

   TARİH DİZİMİZDE DOĞDU BÜYÜDÜ.

   DUYMAMIŞKEN MEDENİYET NEYDİ,

   GARBA IŞIK VERDİ ŞARKIMIZ BİZİM"



                                          BEKİR SITKI ERDOĞAN



Bizim Vatanımızı Tuna'dan Nil'den Dinle..

Sor Lale'ye Sümbü'le Birazda Gül'den Dinle...

Bizi Üç Kıta Değil, Bu Koca Dünya Tanır,

Hem Bizi Bizden Değil Yedi Kat Elden Dinle...



Kemal Tahir’in ifadesiyle;



Biz tarihi çalınmış bir milletiz..  Tarihimize hep başkalarının gözüyle, yargısıyla baktık. Bize yanlış tarih okutuldu, gösterildi. Çok büyük kahramanlar, Kızıl Sultan,Vatan haini olarak yansıtıldığı gibi, bugünlerde tartışma konusu olan dizilerde olduğu gibi, bir çok tarihi ve kültürel kurumumuz  bize yanlış ve yanlı tanıtıldı. Bunun sebebi hiç kuşkusuz bizi, bahsettiğim kaynaklarımızdan mahrum bırakmaktı. Atalarımızla,tarihimizle, milli kültür ve milli şahsiyetimizle bağlarımızı kesmek, bizi kökünden kopmuş bir ağaca döndürmekti.. Ancak güneş ne kadar balçıkla sıvanır ki…



BENİM ECDADIM AT SIRTINDA İSE FATİH'TİR, YAVUZ'DUR;

AT SIRTINDA DEĞİLSE EDEBALİ'DİR, MEVLANA'DIR YUNUS’TUR !!




İşte; Kendini, atasını, kimliğini ve içinde yaşadığı toplumu tanımak, yapacağı liderliği başarıyla yerine getirmek isteyen aydınlarımız, gençlerimiz tarihlerine sarılıyorlar, sığınıyorlar..Yani bir  doğum ve yükselişin sancısını yaŞıyoruz…Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu  Gazi Mustafa Kemal’in dediği gibi ; “Türk çocuğu atasını tanıdıkça daha büyük işler başarmak için kendinde güç ve kuvvet buluyor.”



20.yüzyılın kanaatimce en büyük Türk mütefekkirlerinden   olan Cemil MERİÇ’İN ifadesiyle  “BİR ÇAĞIN VİCDANI OLMAK İSTERDİM. BİR ÇAĞIN, DAHA DOĞRUSU BİR ÜLKENİN, İDRAKİMİZE VURULAN ZİNCİRLERİ KIRMAK, YALANLARI YOK ETMEK, TÜRK İNSANINI TÜRK İNSANINDAN AYIRAN BÜTÜN DUVARLARI YOK ETMEK İSTERDİM. MUHTEŞEM BİR MAZİYİ, DAHA MUHTEŞEM BİR İSTİKBALE BAĞLAYACAK KÖPRÜ OLMAK İSTERDİM, KELİMEDEN, SEVGİDEN BİR KÖPRÜ..”



dediği gibi aydınlarımız ve gençlerimiz  şanlı mazimizi, aynı ihtişamla gerçekleşeceğine yürekten inandığım daha muhteşem bir Âtiye bağlayacak köprüler kuruyorlar…



Ben bugün yerel/mahalli düzeyde yaptığımız bu tarihi olayın anılması toplantısını  böyle bir çabanın ürünü ve sonucu olduğuna inanıyorum.



Bizler ; Herkese ve her şeye açık olacağız belki, ama bir kaleye dayanmalıyız; 



ŞAHSİYET KALESİNE

TARİH KALESİNE… (Cemil MERİÇ)



Unutulmamalı ki, TARİH; Bir milletin geçmişteki hayat hikayesi, bugünün kimliği, geleceğin boy aynasıdır..    Ne kadar geriye bakarsak o kadar ileriyi göreceğiz..



Ve yine unutulmamalı ki; TARİHİNİ BİLMEYEN BİR MİLLETİN COĞRAFYASINI BAŞKALARI ÇİZER...



 

- - - -