Gündemi meşgul eden konuların başını son günlerde Dersim hadisesi çekmekte hatta gündemi tamamen kapatmakta. Dersim; bir katliam mı, ya da bir isyan mıdır? O bölgenin insanının penceresinden bakarsanız, masum insanların hayatına kastedilen vahşet derecesinde bir katliamdır. Devletin, dolayisıyle resmi ideolojinin penceresinden bakarsanız, bir başkaldırı, devlete karşı ayaklanma, mevcut nizama karşı bir isyanın adıdır.

   Elimde geçen sene alıp okuduğum, tartışmaların dozu artıkça tekrar göz gezdirdiğim Dersim’li araştırmacı yazar Cafer Solgun’un yazmış olduğu Dersim Dersim adında bir kitap mevcut.

   Adı geçen kitapta insanın kanını donduran olaylar anlatılıyor. Manzara çok vahim. Hadise gerçekten insanın canını acıtacak kadar korkunç. Çoluk çocuk yüzlerce günahsız insanın katliamı.

   Dersim’de geçmişte yanlış işlerin yapıldığı aşikar. Hiçbir gerekçe masum insanların katliamını haklı gösteremez. Fakat gözden kaçan bir nokta var ki; çok önemli, 1937-1938 li yıllarda orada yaşayan, işinde, gücünde, tarlasında, bağında, bostanında, iş yerinde sukünet içerinde çalışırken devletin kolluk güçleri gelip tepelerine çullanıp katliam mı yapmıştır. 

   Yoksa kendisine Seyyit Rıza denilen üç köyün ağası olan, iki yüz köyde silahlı elamanları mevcut olan bir kişinin başlatmış olduğu isyan sonucu, açılışı devrin Cumhur Reisi tarafından yapılacak olan köprünün havaya uçurulması ve otuz üç erin şehit edilmesi sonucunda mı, bu hiçbir zaman onaylamayacağımız müessir hadiseler meydana gelmiştir? Devletin kusuru vardır, ama hırsızın da kusuru vardır.

   Arşivler açılmalı işin aslı meydana çıkmalıdır.

   Diğer yandan, hayret ve ibretle izliyoruz ki; çeşitli yayın ve basın kuruluşlarında aydın, bilim insanı, entelektüel, siyasetçi, konunun uzmanları birbiriyle adeta yarış halinde Dersim konusunda rol kapma yarışında.

   Dersim ve Dersim’linin haklarını savunayım, Alevilerin çiğnenen onurlarını kurtarayım derken işi o kadar mecrasından çıkarıp, bu işte hiçbir günahı ve dahli olmayan Sünni vatandaşların kutsilerine saldırı şekline dönüştürüyorlar. Bazıları ‘çıkıyor; “Ebus-suud Hazretleri Alevilerin katli yönünde fetva çıkartmıştır” kaynağı meçhul ahkamını kesiveriyor. Bir başkası Necip Fazıl Kısakürek şiirlerinde Aleviliği küçük düşüren mısralara yer vermiştir diyerek beyitler düzüyor. Bir diğeri, işi asırlar ötesine Yavuz Sultan Selim’e kadar taşıma cüretini gösteriyor. Acı ne kadar büyük ve yara ne kadar derin olursa olsun kişiye başkalarının kutsalına saldırmayı hiçbir şekilde haklı gösteremez.

   Gidişat bende şu endişeyi de oluşturmakta. Acaba, terör örgütünün günden güne güç ve kan kaybettiğini gören malum güçler yeni bir oyunu senaryosunu Dersim ve Dersimli üzerinden yazmaya mı çalışıyorlar. Alevi, Sünni  çatışmasını  mı tezgahlıyorlar?

   Son olarak; Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere “Seyyit”, Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere de “Şerif” denilir. Seyyit Rıza denilen bu zat, ne Arap ırkından gelmekte, ne de Hz. Hüseyin’in soyundan gelmektedir. Buda bilinmesi gereken çok önemli bir husustur.