Kur’an-ı Kerim’de mülk Allah’a isnat edileceği zaman  mutlaka  (el-malik)’teki tahsis lam’ı ile gelir.Bu mülkün gerçek malkinin sadece ve sadece Allah olduğunu gösterir.Yine Allah’ın mülkte ortağı ve şeriki olmadığı vurgulanır.Bu da bizi,ilahi hakimiyet ve otorite anlamında mülkün tevhit  akidesinin temelini oluşturduğu sonucuna götürür.’’Ben sizin en büyük rabbinizim’’(1) diyen firavun,mülkün emanet olduğunu unutup onu mülkiyet saymış,bu yüzden hakikate karşı böylesine küstahlaşabilmiştir.Nemrud’u nemrut yapan da emanet edilen mülkü mülkiyet sanmasıdır.’’Sırf Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında İbrahim ile tartışan kimseye baksana?’’(2)
       Mülkiyet meselesi insanın en büyük imtihan alanlarından biri,belki birincisidir.İnsan mal-mülk,iktidar ve servet ile sınanmaktadır.Belki de bu zaafını bildiği için,Şeytan Ademoğlu’nu  aldatırken ona ‘’tükenmez bir mülk’’ vaad etmiştir.(3)En büyük kavgalar ve savaşlar bu mesele etrafında yaşanmakta,birbiriyle savaşan karşıt ideolojiler mülkiyete bakış açılarına göre mevzi almaktadırlar.İktidar kavgaları yüzünden insanlık ağır bedeller ödemiş ve ödemeye devam etmektedir.Bütün bu yaşananlara rağmen,insanlığın önüne bu meselenin çözümünde vahyin sunduğu formül ayarında bir formül  konulamamıştır.Vahyin formülü bellidir.
       Servet ve iktidar mülkiyet değil emanettir.Tüm problemler,servet ve iktidarı mülkiyet görmekten neşet etmektedir.Zira servet ve iktidarı mülkiyet olarak gören biri,onun üzerinde mutlaka tasarruf yetkisine sahip olduğu vehmine kapılmaktadır.Bu vehim sahibini hak etmediği ve asla edemeyeceği bir konumu elde etmenin savaşını vermeye sürüklemektedir.Bu savaş hemen daima kirli,kanlı,tecavüzkar,hadsiz ve hudutsuz,haksız ve vicdansız bir savaş olmaktadır.Bu meseleyi kökten halletmek,insanın servet ve iktidar tasavvurunu tashih ve yeniden inşa etmekle mümkündür.Kur’an’ın öğütlediği gibi servet ve iktidara mülkiyet değil emanet olarak bakmak,bu büyük insanlık meselesinin çözümünde anahtar mesabesindedir.
       ‘’Sahip olma’’ duygusu doğuştandır.Bu duygu kişinin ‘ben idraki’ ile doğrudan alakası olsa gerektir.Ben idraki,insanı şahsiyet yapan sırdır.Bu idrak olmasaydı,insan diğer canlı türleri gibi ait olduğu türe mensup şahsiyetsiz bir birey olur çıkardı.Ben idrakine sahip olmak için can sahibi olmak yetmez,ruh sahibi olmak gerekir.Zira bu idrak,ruh-u menfuh (üflenmiş ruh) sayesinde insanda tebarüz ve temayüz eder.
       İnsandan,ben idrakine sahip olmasını Allah istemektedir.Şehadet kelimesi bu yüzden ‘’ben’’ diye başlar.’’Eşhedü :Ben şehadet ederim ki…’’  
Allah (c.c) insandan bu idraki,başta akıl ve irade olmak üzere verilen emanetlere ‘sahip çıksın’,onları ‘zayi etmesin’ diye ister;onlar üzerinde mülkiyet iddia etsin,onların emanet olduğunu inkar etsin diye değil.Mesela vahyin yerdiği taklitten insan ancak bu idrak sayesinde kurtulur.(4) Ne var ki,insan bazen ben idrakine sahip olmak  ile bencil olmak arasında ki muazzam farkı göz ardı eder.Oysaki bunlardan ilki ne kadar makbul ise,ikincisi o kadar merduttur.Allah insandan ben idrakine sahip olmasını ne kadar istiyorsa,bencil olmasını da en az o kadar istemiyor.
       ‘Ben’ demek,ancak,senin ve ‘o’nun olduğu yerde bir anlam kazanır.Bu yüzden ben idraki,insanı,başkasının varlığını tanımaya götürür.Bir ben,başkası olmaksızın idrak edilemez.Bu da mecburen başkasının varoluşuna,kendi varoluşu kadar anlamlı olmak demektir.Daha esaslı bir ifadeyle,kendi varoluşu üzerine temellendirmek demektir.
        Başkasını fark edemeyen bir ‘ben’in varacağı nokta ben idraki değil bencilliktir.Bencillik başkalarını yok saymak üzerine,ben idraki başkalarını fark etmek üzerine inşa edilir.Başkalarını fark etmek nasıl varoluşsal barışıklık haliyse,başkalarını yok saymak da küskünlük halidir.Dolayısıyla ben idrakine sahip olanlar ’o’ ve ‘sen’i fark ettikleri için ‘biz’ olurlar ve paylaşırlar.Benciller ise asla paylaşmazlar.Bununda temelinde servet ve iktidarı  mülkiyet sanma gafleti yatar.  
        Mülkün hakiki malikini unutunca şu üç şeyden biri olur:
       1-Ya şeytan gibi olur,bencillik yaparak ene (ben) der.
       2-Ya Firavun gibi olur,saltanata saparak li (benim mülküm) der.
       3-Ya Karun gibi olur,mülkiyet iddiasında bulunarak ındi (benim katımda) der.
       Şeytan ben idrakine sahip olsaydı,bencillik yapmazdı.Sahip olmadığı için ‘o’nu (Adem’i) tahkir etti ve enaniyyet göstererek şöyle dedi:’’Ben (ene) ondan hayırlıyım.(5)
       İktidarı mülkiyet sanmanın sembolü olan Firavun,el-Malik olan Allah’ın yerine kendini koyarak mülkü kendisine tahsis etti ve ‘’Mısır bana mahsus (li) bir mülk değimlidir? dedi.(6)
       Serveti mülkiyet sanmanın sembolü olan Karun,’’Herkes iyi bilsin ki bu servete ben kendi bilgim ve becerim sayesinde (‘ındi) ulaştım ‘’ dedi.(7)
       Ey İnsan! Allah Adem’i Azazil’in karşısında çıkarmasaydı,Azazil iblisliği tercih edip Şeytan olmayacaktı.O halde seni imtihan için senin karşına çıkardığı ademinin ne olduğunu düşün ve bencillik edip şeytanlaşma.
       Ey İnsan!Firavun,firavun olarak doğmadı.Emanet olan mülke mülkiyet olarak bakınca ‘’bana mahsus’’ dedi ve lanetli Firavun oldu.Senin önüne de imtihan mülkünü çıkarınca,emanet olduğunu unutup da mülkiyet sanıp firavunlaşma.
       Ey İnsan!Karun,servetle sınanmadan önce Musa’ya Harun gibiydi.Servetle sınanınca emaneti mülkiyet sandı,Karun oldu.Sen de servetle sınanınca emaneti mülkiyet sanıp Karunlaşma.
Selam hidayete tabi olanlara olsun.(amin)
1-Naziat Süresi 79 /24
2-Bakara Süresi 2/258
3-Ta-ha Süresi 20/120  
4-Kasas Süresi 28/42
5-Sad Süresi 38/76
6-Zuhruf Süresi 43/51
7-Kasas Süresi 28/78