Ülkemizin yetiştirdiği mümtaz şahsiyet, nadide insan. Misyon ve  vizyon  adamı. Kıymetli yazar, şair, mütefekkir, münevver,  sultan-uş şuara (şairler sultanı) Necip Fazıl Kısakürek.    
 
Ölümünün 36. yıl dönümü.
 
Üstadı anlatmaya kendisinin şu güzel sözleriyle başlayalım.
 
Siz hiç sarrafın bağırdığını duydunuz mu?
Kıymetli malı olanlar bağırmaz.
Domates, biberci bağırır da kuyumcu bağırmaz.
Eskici bağır ama antikacı bağırmaz.
İnsan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir.
Popçular, rakçılar boğazlarını patlatana kadar bağırıp duruyor.
Ama Dede Efendi’yi okuyanlar bağırmıyor.
İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkulur.  
 
Üstat, 26 Mayıs 1904’de Perşembe günü İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Kayıtlı şecereye (soyağacına) göre Alaüddevle devrinin Şeyhülislamı Mevlana Bektut Hazretlerine  dayanan  ve Dulkadiroğulları’na bağlı Kısakürekler soyundandır.  Adını,  Maraş Müftüsü olan büyük babası Necip Efendi’den almıştır.
 
Beş-Altı yaşlarında okuma yazmayı öğrenmiştir. On iki yaşında şiir yazmaya başlar ve ilk şiir kitabını 17 yaşında iken yayınlamıştır.   
 
Necip Fazıl Kısakürek’in şair oluşu şöyle anlatılır;
 
N. Fazıl Kısakürek, hastanede yatan annesini ziyarete gitmiştir.  Yatağın üzerinde, bitişikte yatan veremli genç bir kıza ait içinde şiirleri olan küçük bir defter bulunmaktadır. Annesi bir an üstadın gözlerine derin derin bakar ve akabinde şair olmasını çok istediğini söyler.  Annesinin bu isteğine boyun eğen üstat, o günden sonra şair olmaya karar verir.
 
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde felsefe eğitimini tamamlayan Necip Fazıl Kısakürek, 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Sorbon Üniversitesi’nde yine felsefe tahsili yapmak amacıyla Paris’e gönderilmiştir.  
 
Paris,  onun için girintili-çıkıntılı oldukça karmaşık ve bunalımlı bir dönem olmuştur.  Kumar ve içki alışkanlığı edinmiştir. Mutsuz ve umutsuzdur. Ancak bu girdaptan ve başıboş hayattan da kurtulmak istemektedir.
 
Bütün bu girift ve bunalımlı  hayatının ortasında 1934 yılı onun için bir dönüm noktası, yeni bir  hayatın da başlangıcı olmuştur.  Beyoğlu Ağa Camii’nde vaaz vermekte olan Seyyid Abdülhakim Arvası Hazretleri ile tanışır. Onunla karşılaşınca adeta büyülenmiş ve kendini farklı bir atmosferde hissetmiştir.   Daha sonra ona öyle bir bağlanmıştır ki bir daha kopmamıştır.
 
Seyyid Abdülhakim Arvası Hazretleri ile tanıştıktan sonra, geçen yıllar için hayıflanmış ve bu yılları kayıp yıllar olarak görmüştür. 
 
Kendi ifadesi ile;
 
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;
Gök yüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum….
 
Demiştir. Ayrıca;
 
“Ben geçmişimi bir kağıt parçası gibi dürüp çöpe attım, çöpüyse ancak kediler ve köpekler karıştırır” demiştir.  
 
Bundan sonra istikametini netleştiren Necip Fazıl Kısakürek için meşakkatli  bir yolculuk başlamıştır. O, artık sönmeyen bir güneşin, eskimeyen bir yeninin, pörsümeyen bir hakikatin sözcüsü ve savunucusu olmuştur. 
 
Fikirleri ve eserleri, defalarca mahkemelerde yargılanmıştır. Defalarca hapse girip çıkmış, çıkardığı dergisi kapatılmıştır.  Çok sayıda insanın faydalandığı değerli şiir kitabı,  sanki çektiği çilenin bir yansıması olsa gerek ki  “Çile”  ismini vermiştir. Alnındaki oluk oluk çizgiler de yine sanki bu çilenin izlerini taşımaktadır.
 
O, sefaya değil cefaya, efendiliğe değil hizmete talip olmuştur. Cefa çekilmeden sefanın sürülemeyeceğini düşünüyordu. 
 
Düşünce hayatında dosdoğru yürümüştür. Olduğu gibi görünmüş ve bundan da hiç taviz vermemiştir. Karşılaştığı çok sayıda müşkülata rağmen hiçbir zaman ümidini kaybetmemiş,  hep ümit var olmuştur.
 
Ümit var olduğunu, Zindandan Mehmed’e Mektup adlı şiirinde şöyle ifade ediyor.
 
Zindan iki hece Mehmed’im lafta!
Baba katiliyle Baban bir safta!
Bir de geri adam boynunda yafta….
        Halimi düşünüp yanma Mehmed’im !
        Kavuşmak mı ?.. Belki… Daha ölmedim.
 
Mehmed’im sevinin  başlar yüksekte !.
Ölsek de, sevinin eve dönsek  de ! 
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
           Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
            Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
 
Necip Fazıl Kısakürek, bu coğrafyaya ve bu coğrafyada yaşayan insanımıza büyük değerler atfetmiştir. Bu yüzdendir ki Anadolu coğrafyasını Anadolu Kıtası olarak isimlendirmiştir. Gençlere büyük düşünmeyi, kendini aşmayı, öz güvene sahip olmalarını telkin etmiştir. Büyük mirasın varisleri olduğunu, omuzlarındaki yükün ağır olduğu  bilincini  vermiştir. 
 
Gençlere şöyle seslenmiştir. 
 
“Bir gençlik, bir gençlik bir gençlik… 
Zaman bendedir ve mekan bana emanettir şuurunda bir gençlik.”
………
 
Devamında,
 
“Kim var? diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ben varım! cevabını verici, her ferdi benim olmadığım yerde kimse yoktur! Fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir gençlik..”
……….
 
Bunca zahmet ve çabadan sonra bu gençliği karşısında görmekten büyük mutluluk duymuştur. Bunu da şu şekilde ifade etmektedir.
 
“İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum.  Bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, emeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah’a hamd etme makamındayım “ demiştir.
 
Necip Fazıl Kısakürek bunca emeğinin karşılığını görüp sanki derin bir oh çekercesine;
 
Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes!
Ey kahpe rüzgar, artık ne yandan esersen es !..
 
Demiştir.
Necip Fazıl Kısakürek’in farklı yönleri de bulunmaktadır.  Bunlardan en çok bilineni yenilgiyi kabul etmemesi ve başkalarını da kolay kolay kabullenmemesidir.
 
Şöyle bir olay anlatılır.
 
Necip Fazıl Kısakürek bir gün tren istasyonunda sinirli  bir vaziyette  gezmektedir. Onu sevenlerden biri kendisine yaklaşarak;
 
- Üstat treni mi kaçırdınız? der.
N.. F. Kısakürek  bunu kabullenmez ve… 
-Kovdum gitti der.
 
Bir başka olay 
 
Bir yakın dostu;
 
-Üstat dünyada iki büyük şair varmış der.
N. Fazıl Kısakürek birincinin kendisi olduğunu kabul ederek  şu cevabı verir;
- Öteki kim? 
 
26 Mayıs 1904’de Perşembe günü İstanbul’da dünyaya gelen Necip Fazıl Kısakürek, galiba kaderin bir cilvesi olsa gerek 25 Mayıs 1983’de vefat etmiştir.  Doğum günü olan yine 26 Mayıs Perşembe günü ebedi istirahatgahı olan Eyüp Mezarlığı’na defnedilmiştir.
 
Ölmeden önce vasiyetinde cenazesinin sade olmasını istemiş ve çelenk, çiçek türü şeyler istememiştir.  
 
Bunu mısralarında şöyle anlatır.
 
Son günüm olmasın çelengim top arabam,
Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam.
 
Necip Fazıl Kısakürek, ölümünün ardından geride çok sayıda eser bırakmıştır. Bunlardan bazıları; Çile, Hikayelerim, Bir Adam Yaratmak, Tohum, O ve Ben, Yunus Emre, Para, Çöle İnen Nur vs..
 
Allah rahmet eylesin, makamı cennet olsun.

 

Reşit CANİK