Allah'ı Sevmek ve Allah İçin Sevmek sevgilerin en yücesidir. Her iyiliğin başı Allah'ı sevmektir. Dünyada mutlu bir hayat, ahirette cennetin sonsuz nimetleri bu sevgi sayesinde elde edilir. Allah’ı sevmek, O'nu bilmeye ve tanımaya bağlıdır. Çünkü insan, ancak bildiğini ve tanıdığını sever. Allah’ı bilmenin, tanımanın ve anlamanın yolu, O’nu O’na layık bir sevgiyle sevmekten geçer. Nasıl ki; düşünce mantık vasıtasıyla yol alırsa, duyguda sevgi yoluyla yol alır.

Tüm sevgiler her şeyin kaynağından ve yaratıcısı olan Allah’tan gelir De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.[1] Bu ayeti kerimede; sevginin imana, imanın ittibaya dönüştüğünü görüyoruz. Yani; Hz. Peygamber (s.a.v)’i izlemektir. Zira yerde yürüyenler iz bırakır ve iz bırakanlar da izlenirler. Bu yüzden peygamberler insanlardan seçilmişler, insanlığın onur, ahlak ve sevgi önderidirler. Bizler Peygamberler sayesinde ölümlü dünya anlayışından uçsuz, bucaksız, boyutsuz evrenler anlayışına sahip olduk.

Allah’ı seviyorsanız, bunun bir bedeli olmalıdır. Bedeli ödenmiş bir sevgi sahih bir sevgidir. Bedeli ödenmemiş bir sevgi olursa, hesabı verilmemiş bir servete dönüşür. Servetin hakkı verilmezse haksız kazanç olur. Hakkı verilmemiş sevgi kalp faizidir. O takdirde Allah’ı sevmenin hakkı nasıl verilmelidir? Önce Allah’ı tanıyacağız, bileceğiz. Tanımadan sevenler tanıyıncaya kadar severler. Tanıyarak sevenler ise tanıdıkça sevgileri artar. Mağrifetullah gönülde nuru ilahidir. Muhabbetullah Allah’tan başka her şeyi terk etmektir. Hakk’ı anlamaktan gafil olan gönül cehaletin karanlık zindanında kalmış demektir. Mağrifetullah’ın hakikati lisan ile onu konuşmak ve kalp ile muhabbetine ermektir. Himmet ile de huzuruna gitmektir.

Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.v)’in huzuruna Havazin kabilesinden bir takım esirler gelmişti. Bunların içinde emzikli bir kadın vardı. Çocuğunu kaybetmişti. O, göğsüne biriken sütü esirler arasındaki çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın esirler arasında kendi çocuğunu bulunca hemen onu alıp bağrına bastı ve derin bir sevgi ile çocuğunu emzirmeye başladı. Bu yüksek şefkat ve sevgiyi görünce Peygamberimiz bize:’’Şu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?’’ buyurdu, Biz:’’Hayır, atmamağa gücü yettiği sürece atmaz, dedik’’. Bunun üzerine Peygamberimiz:’’İşte Allah-ü Teâlâ kullarına bu kadının çocuğuna olan sevgi ve şefkatinden daha merhametli ve şefkatlidir’[2] buyurdu.

Veysel Karani’den dostları öğüt istemişler. O da;’’Allah’ı bilirmisiniz?’’ diye sormuş.’’Evet biliriz’’ demişler.’’Öyleyse başka şeyleri bilmeseniz de olur’’ demiş. Ardından,’’Allah sizi bilir mi?’’diye sormuş.’’Elbette bilir’’ cevabına,’’Öyleyse başkaları bilmese de olur’’karşılığını vermiş.
Hz. Ali (r.a)’ın duasıyla bitirmek istiyorum.

Allahım! Senin bana rab olman, bana övünç olarak yeter. 
Allahım! Ve sana kul olmak bana şeref olarak yeter. 
Sen benim tam muhabbet ettiğim ilahımsın.
İlahi! Sende beni sevdiğin gibi bir kul eyle.
[1]-Al-i İmran Süresi 3/31
[2]- Buhari, Edeb, 18; Müslim, Tevbe, 4.