Mankurt Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre milli kimliğinden uzaklaşma, içinde bulunduğu topluma yabancılaşma demektir.
 

 Mankurt ve mankurtlaşma literatüre eski bir Kırgız efsanesiyle girmiştir. Günümüze ise son yüzyılın en büyük romancılarından biri olan Kırgız yazar Cengiz Aymatov’un Türkçe’mize “Gün Olur Asra Bedel” adıyla çevrilen romanında yer verdiği  bir Kırgız destanıyla taşınmıştır.


   Nayman Ana Destanı’na göre Kırgız’ların komşusu ve can düşmanı Juan Juan’lar son derece gaddar ve acımasızdırlar. Fırsat buldukları her an komşu kabilelere ve oymaklara baskınlarda bulunup yakıp yıkarlar, ne bulurlarsa yağmalarlar ve genç esirleri de mankurtlaştırarak ölünceye kadar kendilerine köle yaparlar.


   Köle edilen gencin önce kafa derisini yüzerler, sonra yaş bir deve derisini kafasına sıkıca sarıp günlerce Güneş’in altında bekletirler. Deve derisi kurudukça kafayı mengene gibi sıkıştırır. Bu işkenceden kurtulan esir sayısı neredeyse yok denecek kadar azdır. Sağ kalabilen esirin beyni zedelenir ve sonunda benliğini kaybederek geçmişiyle ve kendisiyle ilgili hiçbir şey hatırlamaz. Kimdir, nereden gelmiştir, anası, babası, soyu sopu nedir? Bu soruların hiç birisine cevap bulamaz.


   Bellek kaybına uğramış, kişiliği yok edilmiştir. Canlıdır ama bir mankurt olmuştur. Serbest bırakılsa bile kaçıp gidebileceği hiçbir yeri yoktur. Bir anlamda ailesini, çevresini, sevdiklerini kaybederek vatansızlaştırılmıştır. Böyle bir kişi ölünceye kadar sahibinin kölesi ve esir savaşçısı olarak kalmaya mahkumdur.


   Efsaneye göre Juan Juanlar Nayman Ana’nın oğlunu da esir almışlar ve onu da mankurt haline getirmişlerdir. Fakat oğlundan bir türlü vazgeçmeyen ve onu bulup geri getirmeye kararlı olan Nayman Ana uzun uğraşlardan sonra oğlunun Juan Juanların develerini gütmekte olduğunu öğrenir ve onu bulur. Gizlice oğlunun bulunduğu yere kadar sokularak karşısına çıkar. Ne var ki oğlu kendisini tanımaz, kendi adını dahi hatırlamamaktadır. Nayman Ana ısrarla kendisini tanıtmaya çalışır. Ona adını, kendi adını, babasının adını günlerce tekrarlar durur. Bütün çabaları boşunadır. Çünkü oğlu geçmişine ait en ufak bir şeyi hatırlayamamaktadır. Nayman Ana yılmaz, ısrarla oğluna geçmişini hatırlatabilmek için her yolu dener. Çaresiz olduğu anlar olmuştur ama ümidini yitirmez. Günlerce geçmişini hatırlatmak için;


   Senin atan (baban) Dönenbay, sen Dönenbay’ın oğlusun.


   Nayman Ana’nın bu yakarışı mankurt olan oğluna ulaşmaz. Mankurt, ne Nayman Ana’yı, ne Dönenbay’ı, ne yerini yurdunu hatırlamaktadır.


   Mankurt için tek değişmeyen gerçek vardır, kendisine verilmiş olan görevidir. Efendisi onu ölüm makinesi yapmış, robotlaştırmıştır. Öldürmekten başka bir şeyi hatırlayamamaktadır. Sonunda mankurtlaşan oğul sadağından çıkarttığı oku Nayman Ana’ya fırlatır. Nayman Ana yüreğini parçalayan ok yüzünden yere düşerken bile senin atan (baban) Dönenbay, sen Dönenbay’ın oğlusun demekteydi.


   Nayman Ana’nın bu mücadelesi ve trajik sonu, gelecek yüzyıllarda yaşanacak hadiselere, geçmiş çağlardan, ötelerden ibretli bir uyarıdır. Tarihsel mankurtlaşma, asrımıza kapkara bir şekilde damgasını vuran, son otuz yıldır milletimize musallat olan mankurtlaşmanın izdüşümünden başka bir şey değildir


   Genel anlamıyla mankurt, geçmişini unutan, köklerinden kopartılan, bedeniyle ve ruhuyla  efendisinin buyruğu altına girerek köleleşen. Efendisine yaranmak için değerlerine ,  vatanına,  milletine, anasına ,babasına ihanet edebilen kişilik erozyönüdür.  Devletinden, yöresinden, töresinden, anasından kopartılan gençler yalnızlaştırılır. Yalnızlık ve yabancılaşma mankurtun değişmez kaderidir. Yalnızlaşır öteki olur. Ötekileştikçe dışlanır, dışlandıkça öfkelenir, intikam, öldürmek ve ölmek tek ideali olur. Efendisi emrettikten sonra kim olursa olsun sormadan acımadan tereddüt etmeden öldürür. Artık o bir ölüm makinesidir. Onun için masummuş, günahsızmış, anne karnında ya da kundaktaymış önemli değildir.