Aslen Kelkitlidir. Eğitimini Kelkit’te almış. 

Boyabat Hıdırlı Köyüne imam olarak durmuştur. Adı: Mustafa’dır. 1897 yılında doğmuş 14 Mayıs1982yılında Boyabat’ta vefat etmiştir. Kabri Boyabat şehir kabristanlığındadır. Soyadı kanunu çıktığında Tüysüz soyadını almıştır. 
Hıdırlı Köyüne geldiğinde çocuk denecek yaştadır. Orada gelişir ve evlenir. Ancak bir müddet sonra eşi ölmüştür. Eşinin ailesi kızlarının ölümüne devamlı gözyaşı dökmektedir. Hoca Efendiyi gördükçe daha çok ağlamaktadırlar. Hoca Efendi de onları gördükçe hüzünlenmektedir ve benim yüzümden kızlarını unutamıyorlar, ben buradan gidersem belki biraz unuturlar ve rahatlarlar düşüncesi ile oradan ayrılır ve Darı özü köyüne imam durur.

Burada evlenir. Bir müddet sonra Boyabat’ın Muratlı (Katırlı) Köyüne imam durur. Orada uzun müddet çalışır ve çok sayıda talebe yetiştirir.
Katırlı Köyü yağmur duası yapmıştır. Orada bulunan hoca efendiler taşa dua okuyarak bir yere gömerler. Daha çuvalın üzerini örter örtmez sicim gibi yağmur yağmaya başlar. O ana kadar yağmur emaresi görünmemektedir. Köylü duamız kabul oldu diyerek sevinirler ve ellerini açıp Allah’a şükrederler. Yarım saat, bir saat, iki saat derken bu defa köylüler korkmaya başlar. Köyün sele teslim olacağından, topraklarının sel suyu ile akıp gideceğinden korkarak Hoca Efendiye gelip dua etmesini ve yağmurun dinmesini isterler. Hoca Efendi dua ederek çuvaldaki dualı taşların bir kısmını çıkartır ve yağmur kesilir. Bu olay çevrede duyulmuştur. Artık hangi köy yağmur duası yapacaksa Hoca Efendi muhakkak oraya getirilir ve dua etmesi istenir.

Kendisi doğudan geldiği ve devamlı Kuran_ı Kerim okuduğu için dili Arapçaya o kadar yatkın hale gelmiştir ki, Türkçe konuştuğu halde Arap şivesi ağzından çıktığı için konuşmalarını anlamakta güçlük çekenler ona; “Kürt Hoca” demektedir. Bu lakabın kendisine söylenmesine gücenir hatta bana “Kürt diyenlere hakkımı helal etmem” dediği rivayet edilir. 

Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, nerede insana ihtiyacı olan varsa hemen yardıma koşan birisidir. Fırsat buldukça hep vaaz-u nasihat eder. Çocuk, büyük kim olursa olsun onun bulunduğu mekânda gereksiz laf konuşmaya zaman bırakmaz. Hemen bir ders anlatmaya başlar.”Mutlaka her dersinin sonunda kendisini dinleyenlere: Her sabah kalktığınızda parmağınızı ateşe değdirin Ateşin elinizi yaktığından yola çıkarak cehennem ateşinin şiddetini hatırlayın ve cehenneme gitmeye vesile olacak işlerden o gün kendinizi sakınmanızı size hatırlatacaktır”, dermiş. 

Hoca Efendi Sadece Ramazan Bayramının birinci günü ve Kurban Bayramının 4 günü olmak üzere senenin beş günü hariç diğer 360 gününü oruçlu olarak geçirir.

Ağzından kendisi için hiç düşürmeden etiği dua ise: “Allah’ım bilerek veya bilmeyerek vazifem de bir noksanlık yaptıysam, bir kul hakkına girdiysem ne olur beni bu dünyada iken yak” diye etmektedir.

Yaşlanınca Boyabat’a gelir ve Erenlik Tepe de bir ev alır ve orada ömrünün geri kalanını tamamlamaya çalışır.

Bir gün hanımı var gücüyle bağırmaktadır:”Komşular yetişin evim yanıyor,” komşular bakar, evden duman da çıkmıyor, alev de görünmüyor. . Yaşlılığından ve güçsüzlüğünden dolayı kendisini kurtaramamaktadır. Kendisi gibi yaşlı olan eşi de korkudan eli ayağına dolaşmıştır. Bu sesi duyan bir polis memuru eve girer. Bakar ki Hoca Efendi ev ile birlikte içeride yanıyor. Hemen bir battaniyeye sarıp kucakladığı gibi hastaneye yetiştirir. Hoca Efendinin ayakları yanmaya başlamıştır.

Talebelerinden olan İbrahim Tekdemir Dumlupınar İlkokulunda hademedir. Hocasının hastanede olduğunu duyasıya hastaneye koşar, bakar ki hocası ölümle burun buruna. “Benim hocamdır, bende emeği çoktur, son nefesinde bir yudum su vereyim” diye suyu alıp ağzına yaklaştırdığında hoca efendi zor anlaşılır bir sesle ve kendini var gücüyle zorlayarak “Oruç, oruç” der. Ve ruhunu teslim eder.

Kaynak Kişi: İbrahim Tekdemir(Öğrencisi)

Piyango Bileti
Torunu Ferhat Tüysüz nakliyatçılık yapmaktadır. Bir kamyonu vardır. Çalışır ama bir türlü borcunu ödeyemez. Alacaklılar sıkıştırmaya başlar. Tek çare kamyonunu satmaktır. Kamyonu satılık eder ama hiç müşteri gelmez. Bir yıla yakın kamyonu satamaz. Başka türlü de borcunu ödemeye imkânı yoktur. Dedesinin dualarını kabul edildiğini, neden gidip dedesinden dua almadığını çevredekiler söylerler. Ferhat’ın hiç aklına dede duası gelmemiştir. Bu fikri söyleyenlere dua ederek dedesinin dizinin dibine oturur ellerini öper: “Dedeciğim, çok zor durumdayım, artık insan içine çıkamaz duruma geldim. Bu sıkıntıdan kurtulmak için tek çarem kamyonumu satmak. Bir senedir satılık diye her tarafa duyurdum hiç müşteri çıkmıyor. Ne olursun bana bir dua et de arabama müşteri gelsin” der. Dede bir müddet sessiz sessiz okur ve” inşallah satarsın oğul, Allah hayırlısını versin” der gönderir. Ertesi sabah Ferhat’a müşteri gelir ve kamyonu değeri fiyatının da üstünde satar.

Ferhat’ın yanında artık dede çok büyük birisidir. O neye dua ederse mutlaka olur. Yağmur dualarına gidiyor hava günlük güneşlikken yağmur yağıyor. Bir senedir satılmayan kamyon o dua edesiye ertesi gün satılıyor. Dedemin istediğini Allah kabul ediyor. Ben de zengin olmak istiyorum. Dedem dua ederse zengin olurum. Bunun için de bir milli piyango bileti alayım da, dedeme okutayım, büyük ikramiye bana vursun zengin olayım, diye düşünerek bileti alır ve dedesine gider. Elini öper dizinin dibine oturur. Bilet aldığını ve ikramiye vurması için dua etmesini ister. “Dua ette büyük ikramiye bana vursun” der. Duası hemen kabul olur ve Ferhat’a vurur. Ama Ferhat’a vuran büyük ikramiye değildir. Dedesidir. Elindeki asayı Ferhat’ın sırtına vurur.

Kaynak kişi: Ferhat Tüysüz (Torunu)