Eylül, Ekim ayı derken, Kasım nöbeti devretti Aralığa.  Havalar soğumaya yüz tuttu.  Artık berrak değil gökyüzü.  Camlar da buğulu. Bundan sonra sabahları puslu olur havalar. 

Yüksek tepelere yağan kar hissettiriyor soğuğunu içimize. Birbirimize olan soğuk duruşumuz belki de bu yüzden.
Daha düne kadar yeşilliğini muhafaza eden ağaçlarda sararmış yapraklar. Tutunmak isteseler de hayata, düşüyorlar tek tek toprağa. 
Sonbahar çok gerilerde kaldı… Kuruyan dallarda görünmüyor sararmış yapraklar.
 
Biraz olsun teselli bulmak, hüzün dağıtmak için midir bilinmez, kendilerini yaslamışlar toprağın bağrına. 
Biliyorum ki, her ölümün bir dirilişi, her kışın bir baharı var. Bitkiler için son bahar harman, kış vuslat mevsimi olsa da, onlar için diriliştir aslında ilkbahar.
Kış mevsimi deyince ünlü şairimiz Sezai Karakoç’un “Ağustos Böceği Bir Meşaledir” şiiri aklıma geldi bir an. Şiirin bazı mısraları şöyleydi.
...
Güneşi yakıcı güneş bilen gölgeyi reddeden
Gölgede saklanma kurnazlığını reddeden
Aç kalma pahasına olsa da öten
Susamanın armonilerini en iyi bilen
Matemden alevden bir gömlek giyen
Yapraktan bir saray ören
Sesini bir şehir gibi boşaltan nehre
Dağlara kırlara ve ormanlara zerre zerre
Sonra kış gelince karıncalar saklanır toprak altına
Herkes bir önlem almıştır o hariç
O hep iyiyi güzelliği yaşamış
Özgürlüğe dalıp çıkmış yalnız özgürlüğe
Öbürleri hep gerçeklik taslamış
Ama o hep gerçeği aramış
Gerçeği aramağa çağırmış
Ve gerçeği yaşamış
...
Bazılarımız birilerine kızıyor bu sıralar. Olmadık yerde hoş olmayan sözler sarfediliyor. Yakut, elmas gibi taşları da, kalpleride kırmamak gerekir. 
Onlar şairin şiirde bahsettiği Ağustos Böcekleridir belki de.  

Nağmeleri neşeli seslendirdiklerine bakmayın. Dertleri çok, beklentileri yüksek. Ne olur kızmayın! Onlar yine mırıldansın ezgileri... Özgürce!
Bu kış mevsiminde “Yok”lukları üzebilir sevenlerini. Yeter ki onlar yok etmesinler kendilerini…
İstanbul havasının bugün kapalı ve yağışlı olması aldatmasın sizleri.  Soğuk olsa da havalar, şu sıralar karadenizden gelen sıcak bir rüzgar eserecek. Isıtacak içimizi, yakınlaştıracak bizleri birbirimize, kaynaştıracak.
Neden esmesin ki, mutlu şehrin insanları gelmiş Fatih’in şehrine. Beraberinde güler yüzlülüğünü, sıcakkanlılığını, cömertliğini getirmiş. Her ne kadar dünya kenti İstanbul’da misafir olsalar da Feshane’de gösterecekler misafirperverliklerini. Keşfedilmeyi isyeyecekler İstanbullulardan nazikce.
Feshane açtı kapılarını tam dört gün boyunca Sinop’a. Dört yüz bine ulaşan insanımız gruplar halinde akın edecek Eyüp’e. 
11-14 Aralık günleri, sadece İstanbul’daki Sinoplular için değil, Ankara, İzmir, Kocaeli, Bursa, Balıkesir gibi illerimizde ve ülkemizin her bir yerinde yaşayan tüm Sinoplular için önemli bir hafta.
Ankara ve İzmir’den sonra Sinop, İstanbul’daki hemşerileriyle ilk kez buluşuyor. 
Sinop Valiliğimizin himayelerinde gerçekleşecek organizasyona Sinoplu derneklerden oluşan İstanbul Tanıtım Platformu destek oluyor.
Sinop Valiliği, Sinop Belediyesi, Kaymakamlıklar, Belediyeler, Sinop Üniversitesi, işadamları, kurumsal firmalar, Sinop Ticaret ve Sanayi Odası, Tiyatro, halk oyunları, davul-zurna ekibi, mahalli sanatçılar, yerel basın, diğer büyükşehirlerde faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ve burada isimlerini yazamadığımız gruplar hepsi burada. 
Mega şehirde yaşayanlara tarihini, kültürünü, gelenek ve göreneklerini, giyim ve kuşamlarını, ticari ürünlerini, markalarını, sofra zenginliklerini tanıtacak.
Tüm hazırlıklar tamamlandı. 
Sanmayın her yönden esecek bu rüzgar. Sinop rüzgarı her yönden esmez çünkü... Ancak zayıflar öyle algılar, bir an güçlü olduklarını düşünürler, oysa zayıftırlar. Bu yüzden toz bulutu gibi savrulurlar her biri bir yana. Sonra da kabahati rüzgara bulurlar. Kaya olmaya çalışmalı insanlarımız. Kaya üstünde toz olmaya değil.
Ben Sinopluyum diyen herkes Feshane’de esecek rüzgarı arkasına almalıdır. Güç bulmamız da, çıktığımız yolda mesafe katetmiz de buna bağlı.