Günümüz İslam dünyasının en kalabalık ülkesi Endonezya’dır. Onun hemen yanı başında Malezya ve uzak doğudaki diğer Müslüman kavimler var. Buralara Müslümanlar tarafından tek bir askeri sefer yapılmamıştır. Peki, o zaman bu büyük kitleler nasıl Müslüman olmuşlardır? 
İslam fetihlerindeki sır, Müslümanların askeri gücünde değil, İslam’ın gönüllerin kapısını açan cazibesinde saklıdır.
Yine İslam akınları Küçük Asya’ya (Anadolu),Armenia’ya, Azerbaycan’a, Fars körfezine, Kafkasya’ya ve hatta Orta Asya’ya daha hicretin ilk 50 yılında (Miladi yedinci yüzyılın ikinci yarısı) yapılmıştı. Bu bölgelere, İslam İmparatorluğunun en görkemli ve güçlü zamanlarında defalarca yapılan İslam akınları bu bölgelerin yerli haklarında ciddi bir İslamlaşmaya neden olmamıştır. Şaşılacak bir gerçektir ki, adı geçen bu bölgelerde İslamlaşma, İslam ordularının gelişinden çok daha sonraları, gönül fethi yoluyla gerçekleşmiştir.
Endülüs İslam Devleti, İspanyol ve Fransız ortak güçler eliyle şehir yıkılıp Müslümanlar tarihte eşine rastlanmamış bir katliama tabi tutulurken, cezalarının ölüm olduğunu bile bile gayr-i Müslim İspanya yerlileri topluca İslam’a giriyorlardı. Bu tarihi gerçeği ünlü İngiliz tarihçi T.W. Arnold şöyle dile getirir:’’İslam, İspanya’daki varlığının en son gününe kadar mühtedi kazanmayı sürdürmüştür’’.
Yine başka bir İngiliz tarihçi, şöyle bir olay nakleder: Endülüs İslam Devleti’nin yönetim merkezi Gırnata düşeli yedi yıl olmuştur. Gırnata’da yaşayan tüm Müslümanlar, Hiristiyan olmakla ölmek arasında seçime zorlanırlar. İşte bu dehşet zulüm altında dahi, Vizigot asıllı İspanyalıların İslam’a girişleri sürüyordu.
Kur’an Tarihi eseriyle haklı bir şöhret kazanan ünlü Oryantalist Theodor Nöldeke,İslam’ın yayılışının kılıçla olduğu tezini reddederek bu iddiada bulunan meslektaşlarına Suriye örneğini gösterir  ve derki:’’Pers krallarının onca zulümlerine rağmen dinlerinden döndüremediği Suriye Hıristiyanlarını İslam zor kullanmadan nasıl Müslüman etti?
Hintli tarihçi el-Cüzecani,Delhi’Seyyid Eşrefüddin’den dinlediği bir olayı aktarır.Bu olay,gönül fethiyle kazanılan bir insanın işkence altında can vermesine rağmen yeni girdiği dini terk etmediğinin çok ilginç bir örneğidir:Semerkant Hıristiyanlarından  herhangi biri İslam ile şereflenince,bu beldenin Müslüman halkı o kişiyi bağırlarına basar ve ona büyük izzet  ve ikram gösterirlerdi.O dönemde Çin’in güç sahibi Moğollarından biri Semerkant’a girer.Nüfuz ve kudret sahibi olan bu Moğol’un gönlü Hıristiyanlığa meyilliymiş.Semerkant Hıristiyanları bu nüfuzlu Moğol’un önüne gelip derlermiş ki:Müslümanlar çocuklarımızı Hıristiyanlıktan çıkarıp Muhammed’in dinine sokuyorlar.Bu gidişle bütün kapılar yüzümüze kapanıp torunlarımız Hıristiyanlıktan uzaklaşacak.Sen bu konuda bize yardım edebilecek güce sahipsin.’’Bu şikayet üzerine nüfuzlu Moğol,Müslüman olan Hıristiyan gencinin huzuruna getirilmesini emreder.Hıristiyanlar yalvarıp yakararak,para ve mal vaadiyle o genci İslam’dan çıkmaya ikna etmeye çalışırlar.Fakat o genç bunu reddeder.Moğol yönetici bunun üzerine gence en ağır işkenceleri reva görür.O genç bu işkenceler altında ölünceye dek İslam’da sebat eder ve sonunda ruhunu teslim eder.Bu olaydan hayli etkilenen ve üzüntü duyan Semerkant İslam Cemaati bir dilekçe yazarak bir kurul eliyle bunu Berke Han’a ulaştırır.Olay Berke Han’a bilgi verilince,Moğol Hakanının gönlünde İslam’a karşı bir sevgi belirir ve sonunda Müslüman olur.
Esasen bu olay, yüzlerce yıl önce Necran’da gerçekleşen ihtida olayını hatırlatmaktadır. Bu olayda, hidayete erenler ateş dolu hendeklerde yakılmış (ashab-ı uhdud),Kur’an bunu Buruc süresiyle ölümsüzleştirmiştir.
İslam fetih tasavvuru, zaman içinde safiyetini kaybeder. Gönül fethi yerini toprak fethine bırakır. Osmanlı’nın yaşadığı zamanlar, fetih anlayışındaki bu değişimin en uçta yaşandığı zamanlardır. Buna rağmen Osmanlı’nın en haşmetli zamanlarında bile bir gönül fethi ruhu hep var olmuştur. Bunu, Kanuni Sultan Süleyman’ın Malkoçoğlu Balı Bey’e yazdığı mektupta görüyoruz. Malkoçoğlu Macaristan’da gerçekleştirdiği fütuhat için Kanuni’den tuğ beklentisi içindedir. Kanuni Malkoç oğlu Bali Bey’e, tasavvurunu dokuyan gerçek fetih bilincini ele veren şu satırları yazar:‘’Serasker olduğun yerlerde ve hükmünün geçtiği mahallerde bir kimseye zulüm ve düşmanlık etmekten şiddetle sakınasın.Ahirette bize hitap olunursa senin yakan yapışırım.’O vilayetleri kılıcımla fetheyledim’ demeyesin.Memleket Allah-u Teala hazretlerinindir.Her şeyi Allah’tan,her şeyin Allah’ın olduğunu bil.Her şeyi bizim rızamız için değil,Allah’ın rızası için yap.Dikkat edip,nefsine gurur getirmeyesin.Fetholunan kalelerin mal ve erzakını hep hazineye almışsın.Buna rıza-i hümayunum yoktur.’’ 
İslam’ın yayılış tarihi konusunda çaplı bir eser kaleme alan İngiliz müstemleke memuru Sir Thomas Arnold, kitabında şu samimi itirafta bulunur:’’İslam en büyük insan kazanımlarını siyasal gücünün en zayıf olduğu zaman ve mekânlarda gerçekleştirmiş olduğuna inananlardanım.’’
Tarih felsefecisi Carlyle, oryantalistlerin ‘’İslam kılıçla yayıldı’’ iddialarına gülünç bulur ve aksini ispatladıktan sonra der ki:’’Haydi sizde silahlarınıza sarılın. Bu iş zorla oluyor mu, bakalım?’’
Şu gerçek, İslam medeniyet tarihinin bize öğrettiği bir hakikattir. Silahla ele geçenler, silahla elden çıkmışlardır. Zira zorla güzellik olmaz. Fakat gönülle ele geçenler ise elde kalmıştır.