Nâzım Hikmet Kültürevi’nde Ferruh Başağa ve Defne Tesal’ın çalışmalarının yer aldığı “Böyle Rüyadaymış Gibi” sergisini sanatseverlerle buluşturan Nilüfer Belediyesi, bir de söyleşi gerçekleştirdi. Sergi alanındaki söyleşide Türkiye’de soyut resim, Başağa ve Tesal’ın çalışmaları arasındaki kurulan ilişki konuşuldu.

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de soyut remin temsilcilerinden Ferruh Başağa ve genç kuşak disiplinlerarası sanatçı Defne Tesal’ın çalışmalarını bir araya getiren “Böyle Rüyadaymış Gibi” adlı sergiyi Bursalı sanatseverlerle buluşturan Nilüfer Belediyesi, sergi çerçevesinde bir de söyleşi düzenledi. Nâzım Hikmet Kültürevi’ndeki sergi alanında gerçekleştirilen söyleşiye sanatçı Defne Tesal, serginin küratörü Derya Yücel ile Ferruh Başağa’nın torunu İlhan Demirer konuşmacı olarak konuk oldu. Moderatörlüğünü Dilan Deniz’in yaptığı söyleşide, Türkiye’de soyut resmin tarihî süreci ve sanatçılar üzerindeki etkileri, Ferruh Başağa’nın hayatı ve çalışmaları ile özel çalışmaları bir arada bulunduran “Böyle Rüyadaymış Gibi” sergisi üzerine konuşuldu.

Soyut resmin 20. yüzyılın ruhunu temsil eden bir sanat akımı olduğunu söyleyen Derya Yücel, evrensel bir dil yakalamış olmasının, dünya sanatındaki en önemli birleştirici nokta olduğunu belirtti. Ferruh Başağa’nın, “Aşk” isimli figüratif soyutlama kompozisyonuyla 1949 yılında düzenlenen 10. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik ödülü aldığını hatırlatan Yücel, Türkiye’de ilk olan bu olayla birlikte soyut resmin, kurumsal anlamda tanındığını ve kabul edildiğini ifade etti.

“Böyle Rüyadaymış Gibi” sergisinin ortaya çıkış sürecini paylaşan, Defne Tesal ile Ferruh Başağa’nın farklı anlayışlar içinde olmalarına rağmen bu sergide bir uyum içinde yer aldığını söyleyen Derya Yücel, konuşmasına şöyle devam etti:

“Benim hissiyatım duygu durumum neyse yaptığım sergiler de bununla ilişkili oluyor. Davet aldığım dönem, içe dönme süreci olduğum dönemdi. O yüzden soyut sanata ağırlık veriyordum. Soyut sanat, görünene dair tüm fenomenlerin aşıldığı, zihinsel bir alan sunuyor bize. Sergiyi, soyut sanat ve rüyalar arasında kurduğum bir ilişki üzerinden kurguladım. Çünkü soyut sanat, tıpkı rüyalar gibi kendini ilk bakışta açıklamıyor. Farklılıklar üzerinden kurguladım sergiyi. Ferruh Başağa, çağına, çağın dinamizmine, gerçekçiliğine, dönüşümüne, teknolojiye ve hıza inanıyor. Modernizme bakış açısı, geleceğe ve ütopyalara olan inançla ilişkili. Onun grafiğine baktığınızda geleneksel ve figüratif noktadan sonrasında lekesel daha geometrik ve saf soyutlamaya giden bir sanat serüveni var. Form üzerinden bunu açıklayabiliriz. O, ‘Geometrinin estetiğini arıyorum’ diyor. Defne’ye baktığımızda ise tam tersi. Şuan içinde bulunduğumuz çağın bütün baş döndürücü hızının karşısında yavaşlama, onun içinde bir durma, durabilme, kendini soyutlama, içe dönme, döngü Defne’de form açısından ulaşmak istenen bir hedef yok. Onun süreci, zaten bu sonuca varan bir mesele. Kendi çağına bakışları ve kendi çağı üzerinden sanat pratiklerini şekillendirmeleri, en önemli farklılıklarıydı.”

Ferruh Başağa ile kendi çalışmaları arasında kurduğu bağa değinen Sanatçı Defne Tesal da, “Ferruh Başağa ile nasıl bir bağımız olabileceğini daha önce düşünmemiştim. Çalışmalarımızı yan yana görünce, renkler ve çizgiler üzerine gidilmesi, bir hareketi ortaya çıkarma dürtüsü hissettim. O’nun çalışmaları daha dışa dönük ve sert, bendeyse daha içe dönük, belli belirsiz bir hareket var. Böyle bir bağ hissettim aramızda” diye konuştu.

Ferruh Başağa’nın torunu İlhan Demirer de, dedesiyle olan hatıralarını, yaşanmışlıkları ve Ferruh Başağa’nın eserlerini ortaya çıkarma serüvenini katılımcılarla paylaştı.

Kaynak: iha