Cevşen, Farsça zırh anlamına gelmektedir. Ehl-i Beyt kanalıyla Hz. Peygamber’den nakledildiği ifade edilen duanın adıdır. Cevşen denilince ilk olarak akla Cevşen-i Kebîr gelmektedir. Ancak çok fazla bilinmese de, Cevşen-i Sağîr isimli bir başka dua daha vardır. Biz makalemizde, herkesin Cevşen olarak bildiği Cevşen-i Kebîr’i ele alacağız.

Musa Kazım, Cafer-i Sadık, Muhammed Bakır, Zeynelabidin, Hz. Hüseyin, Hz. Ali (r.a.)’den rivayet edilmiştir. “Cebrâil, Peygamber (s.a.s.)’e uhud savaşında, savaşın şiddetlendiği anda geldi. Hz. Peygamber’in üzerinde ağır bir zırh vardı. Allah Rasûlü, Rabbine dua etti. Cebrâil geldi ve Ya Muhammed! Rabbin sana selam ediyor, üzerindeki zırhı çıkar ve hem sana hem de ümmetine emniyet sağlayacak olan şu duayı (Cevşeni) oku. Kim evden çıkarken o duayı okursa Allah onu korur ve cennet o kimseye vacip olur. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üze­rinde bulunduran kimse dünyada her türlü belâdan, âfet. hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile ken­disi arasında perde kalmaz ve bütün is­tekleri yerine getirilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez, münker-nekir korkusundan emin olur ve Allah o kimsenin kabrine 70.000 melek gönderir…..”

Rivâyet Şia kaynaklarında geçmekte, Ehl-i Sünnet kitaplarında ise zikredilmemektedir. Hadiste geçen ifadelerin ayrıntılı olarak incelenmesi meselenin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Söz konusu meselelerin başında Hz. Peygamber’in uhud savaşında zırhını çıkarması meselesidir. Bu noktada, Allah Rasûlü’nün başta uhud savaşı olmak üzere ondan sonraki savaşlardaki zırh kullanıp-kullanmamasının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bu çerçevede şu tespitleri yapmak mümkündür:

Hz. Peygamber’in hayatı boyunca kullandığı belirtilen yedi zırhı tespit edilmektedir. Söz konusu zırhlar: Zâtülfudûl, Fiddâ, Sa’diyye, Betrâ, Zâtülhavâşî ve Hırnık’tır. Rivâyetler incelendiğinde, Allah Rasûlü’nün uhud savaşında ve sonrasında katıldığı savaşlarda zırh kullandığına işaret edilmektedir. Mezkûr rivâyetlerde, Allah Rasûlü’nün Hayber’in fethinde Zâtülfudûl ve Sa’diyye isimli iki zırhı üst üste giymiş, Mekke’nin fethinde örme zırh ve Huneyn savaşında normal bir zırh kullandığı geçmektedir. Ayrıca, vefat etmeden önce de yiyecek karşılığında zırhını bir yahudi’ye emaneten verdiği bilinmektedir.  

Rasûlüllâh (s.a.s.) hiçbir zaman tedbiri elden bırakmayan birisidir. Cevşen rivâyetinde zikredildiği gibi savaş ortamında zırhını çıkararak tedbirsiz davranması, O’ndan gelen diğer rivayetlere ters düşmekteydi. Bu çerçevede, Allah Rasûlü’nün ihtiyatlı olmayı teşvik eden birçok hadisi bulunmaktadır. Bunları şu şekilde zikredebiliriz: Peygamber (s.a.s.)’in Medine’ye geldiği günlerden biriydi. Bir tedirginlik hissetti, uyuyamadı. “Keşke bu gece dikkatli sahâbîlerimden biri beni korusa” derken dışarıda bir silah hışırtısı duydu: “Kim var orada?” diye seslendi. Dışarıdaki kişi, “Sa’d b. Vakkas’ım” diye cevap verdi. “Bu saatte niçin geldin, Sa’d?” diye sorunca da: “Rasûlüllâh’a bir tehlike gelebilir diye içime bir korku düştü. Sizi korumaya geldim” dedi. Rasûlüllâh, bu uyanık sahâbîsine dua etti ve gönül huzuruyla yatağına yatıp uyudu (Buhârî, Cihâd 70). Peygamber Efendimiz bir savaşa gittiğinde, önemli mevkilere nöbetçi diker ve onlara dikkatli olmalarını tembih ederdi (Ebû Dâvûd, Cihâd 16). Geceleyin yatarken kapıları kapamayı, kandilleri ve ateşi söndürmeyi, içinde yiyecek bulunan kapların ağzını örtmeyi, su tulumlarının ağzını bağlamayı tavsiye ederdi. Kabın üzerine örtecek bir şey bulunmadığı zaman, oraya, besmele çekerek bir tahta parçası konmasını öğütlerdi (Buhârî, Bed’ü’l-halk 11, 12).

Ülkemizde Cevşen’e önem atfeden kesimler bulunmaktadır. Bunların başında nur cemaati gelmektedir. Bediüzzaman Said Nursî, Risâle-i Nur isimli eserinin farklı yerlerinde Cevşen’e atıflar yapmıştır. Öncelikle söz konusu atıfların hepsinin cevşen okumaya teşvik yönünde olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bediüzzaman, Risâle-i Nur’un bazı yerlerinde Cevşen’den örnekler vererek, onun değerinin büyüklüğünü ifade etmeye çalışmıştır. O, Cevşen’in isnadından hiç şüphe etmemektedir. Onun Hz. Peygamber’den gelen sağlam bir rivâyet olduğunu kabul etmektedir. Aksi yönlü ifadeleri söyleyenlere ise hayret etmekte, maddeler halinde delillerini belirtmektedir. “İmam-ı Rabbanî, Gavs-ı Âzam ve İmam-ı Gazzâlî, Zeynelâbidin (r.a.) hususan Cevşenü’l-kebîr münacatını bu iki imamdan ders almışım. Hz. Hüseyin ve İmam-ı Ali’den aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenü’l-kebîr ile daima onlara manevi irtibatımda, geçmiş hakikati ve şimdiki Risâle-i Nur’dan bize gelen meşrebi almışım.”  Bediüzzaman, Cevşen’in ilham yoluyla alınabileceğini ifade etmesi ve bizzat hayatından örnek vermesi, özellikle ehl-i tasavvufun hadis alma yollarından biri olarak temayüz eden, ancak hadisçiler tarafından kabul edilmeyen “ilham yoluyla hadis alma” düşüncesini kabul ettiğini göstermektedir.

Şia’nın en fazla önem verdiği dört hadis kitabı vardır. Mezkûr kitaplarda toplam 44353 rivâyet bulunmaktadır. Söz konusu kitaplarda Cevşen rivayeti geçmemektedir. Cevşen, birinci derece başvurulacak kitap olan söz konusu eserlerden ziyade ikinci seviyedeki kitaplarda geçmektedir. Cevşen rivayeti, ilk olarak miladi 1500’lü yıllarda kitaplara yazılı olarak geçmektedir. Bu tarih, Hz. Peygamber’in vefatından yaklaşık 900 yıl sonrayı ifade etmektedir. Bu tarihten önce Cevşen herhangi bir yerde yazılı olarak tespit edilememiştir. Bu durum, onun sonradan birileri tarafından oluşturulduğunu göstermektedir.

Ehl-i Sünnet kitaplarında Cevşen bulunmamaktadır. Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki hadislerin sayısı sahabe ve tabiinin sözleri de dâhil mükerrerleriyle birlikte 1.500.000’i bulduğu tahmin edilmekte, ancak bunların içinde Cevşen tespit edilememektedir. Cevşen 100 maddeden oluşan 1001 esmanın yer aldığı uzun bir duadır. Allah Rasûlü’nden gelen rivâyetlere bakıldığında bu kadar uzun bir hadise rastlanılmamaktadır. Çünkü Allah Rasûlü, çok uzun konuşmayan birisidir. O’nun vaazları incelendiğinde çok kısa olduğu hatta Cuma vaazlarının birkaç kelimeden meydana geldiği tespit edilmektedir.

Cevşen rivâyetinin faziletine dair metnin içinde verilen bilgilerle nakledenlerin yani Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin’in hayatları çelişmektedir. Mesela rivâyette “Bu dua, seni ve ümmetini başlarına gelecek olanlardan koruyacak” ibaresi geçmektedir. Ancak Allah Rasûlü’nün uhud savaşında dişi kırılmış, yanaklarına kırılan miğferinin parçaları saplanmıştır. Rivâyetin isnadında yer alan Hz. Ali ve Hz. Hüseyin şehid edilmiş, Hz. Hasan ise zehirlenmiştir. Bugün de Müslümanlardan, yanında Cevşen’i taşıyanların başlarına her türlü sıkıntı gelebilmektedir. Her şeyden önce, “Bu dua, seni bela ve musibetlerden koruyacak, başka şeye gerek yok” inancı, Allah Rasûlü’nün birçok uygulamasına ters düşmektedir. Çünkü O, tedbiri elden bırakmayan bir yapıya sahiptir; sahabilere de bu çerçevede tavsiyelerde bulunmuştur. Dolayısıyla Cevşen, Allah’ın güzel isimlerini içinde barındıran bir duadır. Herhangi bir Müslüman, salt anlamda bir dua olarak onu okuyabilir. Ancak Hz. Peygamber’e ait olduğu yönde hem isnad hem de metin açısından açık bir delil tespit edilememiştir. Rivayet, sened ve metindeki ifadeleriyle Allah Rasûlü’nün hayatıyla uyuşmamaktadır.