Cemreler düştü birer birer yeryüzüne. Önce havaya, ardından suya, sonra da toprağa.

Onlar baharı müjdeler tüm canlılara.

Son cemreyle birlikte puslu günler gider, daha aydınlık günlerin kapıları usulca açılır.

Havalar her geçen gün biraz daha ısınır. Bahar kendini hissedilir düzeyde göstermeye başlar. Ne var ki; kış alışmıştır hanelerdeki sıcaklığa. Kolay kolay ayrılmak istemez.

Sıcak ortamdan uzaklaşmamak için kar yağdırdığı bile olur bazı günler ve geceler. 

Mart kapıdan arada bir baktırsa da sevmiştir bir kere soğuk günleri. O da hemen vedalaşmak istemez.

Ara sıra yaşanan soğuklardan dolayı sanırsınız nazlanıyor kış. Hayır!

Alışmakta zor, ayrılmakta!

Cemrenin kelime anlamı “kor halindeki ateş” tir. O ateş ki bazen yakar dostluk ve kardeşlik köprülerini.

Sevdalar duman olur; yükselir göklere. Bulutlar arasında kaybolur gider.

Cemreler kurulan köprüleri yakmakla yetinmez, sevdaları da yaktığı olur.

İşte bu yüzden diyoruz cemre “ateş”tir diye.

Gelişi mi ateştir, yoksa gidişi mi? Pek bilinmez!

Pek çok ülkede ilkbahar başlamadan önce birer hafta aralıklarla önce havayı, ardından suyu, sonra da toprağı ısıttığına inanılır. Biz de ise insanlarımızın hayatına apayrı bir heyecan katar.

İnanışa göre Kasımın 105’inde (20 Şubat) birinci cemre havaya, 112’sinde (27 Şubat) ikinci cemre suya, 119’unda (6 Mart-Şubatın 29 çektiği dört senede bir 5 Martta) üçüncü cemre toprağa düşer.

Eskiden halkımız arasında mevsimler kabaca kasım (kış) ve hızır (yaz) olmak üzere ikiye ayrılırdı.

Kasım 180, Hızır ise 186 gün sürerdi.

Bugünkü takvime göre 8 Kasımda başlayan Kasımın 46’sında “kırkgün” anlamına gelen “erbain”, 86’sında “50 gün” anlamına gelen “hamsin” tamamlanır. 

Böylece kışın en soğuk zamanları sayılan 90 gün geçmiş olurdu.

Cemreler ile beraber yazın başlangıcı olan Hıdırellez için de geri sayım başlar.

Çinlilerin inanışına göre her cemre, güneşle doğanın zifaf gecesiymiş. Kuşlar bu buluşmayı kutlarcasına ötüşürlermiş. Arılar, kelebekler, böcekler neşe ve sevinçten dolayı havada uçuşurlarmış. Mutluluktan yorgunluk nedir bilmezlermiş. Doğadaki güller, ağaçlar güneşin dostluğuyla tomurcuklanarak süslenirlermiş. Tabiat daha da bir güzelleşirmiş.

Cemrelerin sadece havaya, suya ve toprağa düşmesi yeterli değil zannımızca. Bir de topraktan yaratılan insanoğlunun gönlüne düşmeli.

Tüm toplumların gönlüne düşmeli ki soğumuş, bu yüzden katılaşmış kalpleri de ısıtmalı. Çocukların neşesi kadar saf ve temiz bir sayfa açmalı sinelerde. Gönüllere düşen cemreler insanlarımıza dört mevsim baharı yaşatmalıdır.

Baharın müjdesini aşama aşama verirken cemreler, pencere kenarında elinde demli çayla mutlu yarınları heyecanla beklemek ne güzeldir.