AVRUPA ‘DA TEMİZLİK

Avrupa tarihi geçmişten günümüze anlatılırken medeniyetin beşiği, medeni insanların yeri telaffuz edilirken bizlere Rönesans, Reform, Aydınlanma çağı empoze edilir ki.. Sanki ortak ve tek çizgi üzerindeymişizcesine anlatılır kaynaklarımızda lakin bu tamamen aldatmacadır. Hususiyetle temizlik adabını en basit şekilde neşr etmeye çalışalım, Eski Roma devrinde geniş umumi hamamlar bulunurdu. Bu hamamlarda toplanılır, konuşulur, eğlenilir, ziyafetler verilirdi. Meşhur eski Roma İmparatoru Caracalla döneminde hamamlar arttırılmış hatta birbirleriyle gösteriş, lüks, konfor yarışına girişilmişti. En genişlerine 3.000 den fazla Romalı aynı anda istifade edebiliyorlardı. Zenginlere özel çok lüks hamamlarda sıcak soğuk odalar, kitaplıkları, mermer asma banyolar, zincirden salıncaklar vb. mevcuttu ki bu salıncaklarda sallanmayı adet edinmişlerdi. Tellallar her sabah sokak sokak gezerek ‘’Hamamlarda sular ısındı! Gecikmeden hamamlara koşun.’’ diyerek halkı çağırırlardı. Edepsizlik de ön safhada giden sosyetede kadınların misafirleriyle birlikte yıkanması büyük itibar görülmekteydi. Rönesans ile birlikte olası savaşların ve frengi gibi salgın hastalıkların getirdiği olumsuz şartlarda yıllarca yıkanmayan, hatta kendini silip temizlemeyen insanlar, üzerlerindeki pis kokuyu örtmek için ağır parfümler kullanmaya başladılar.

Anadolu’ya 1500’lü senelerde gelen Avrupalı seyyahlar (Paulo Giovio, Pierre Belon, Richer vb.) Türklerin umumi temizliklerine hayranlıkla gözlemler ki eski Avrupalılar, banyo ve yıkanma konusunda bayağı olup çok seyrek yıkanırlardı. Mamafih doktor tavsiye ederse vücutlarına su değdirtmezlerdi. Günümüzden 130 sene evvel Parisli bir vatandaş ın yıkanma masrafı 3 frank olup halbuki bir bayanın doğum yapması 1 frank’a mal olmaktaydı. Paris sokaklarında ‘’Banyocu’’ denen ikişer ikişer gezen bir esnaf kesimi vardı ki bir aracın üzerine oturttukları bakırdan bir tekneyi peşlerinde gezdirerek şehirde sabah akşam turlarlardı. Gün içinde yıkanmak isteyen ailenin ikametgahının elverişli bir yerine bakır tekneyi yerleştirip, kovalarla sıcak su taşıyarak doldururdu. Tekneye önce evin erkeği girer yıkanır sonra evin hanımı, çocukları ve hizmetçileri sırayla yıkandıktan sonra varsa evin köpeği de yıkanırdı. Elbet banyo bedeli zamane hayli ağır olurdu ki orta halli aileler bayramlarda veya önem arz eden günlerde yıkanabiliyorlardı. Hele ki kadınların birçoğu evlenmeden son akşamı yıkanırlardı. Avrupalılar bulaşıkla çamaşırını aynı yerde yıkayarak birçok hastalığa da davetiye çıkartıyorlardı. Şehir sokaklarının ortasından akan pis sular ve pencerelerden lazımlıkların boşaltılması her daim normal karşılanabilecek tipik bir manzaraydı.

Temizlenmek Avrupa’da artık hususi öyle bir hal almıştı ki zamane 16. Yüzyılında ‘Günlük Sağlık Bakımı’’ adlı kitabın yazarı şu tavsiyelerde bulunuyordu: ‘’Her gün ellerinizi yıkayın, yüzünüzü temizleyin, tıraş olun. Bu arada ifrata kaçmamak şartıyla başınızı da yıkayabilirsiniz.’’ Mamafih Jean de Renou adlı doktor ise ‘’Ellerinizi yıkayabilirsiniz, ayaklarınızı da ara sıra yıkamanızda bir mahzur yoktur. Fakat başa su sürmek, son derece tehlikelidir. Unutmamalıdır ki, başa sürülen su, her türlü derdin kaynağıdır.’’ beyanatıyla ters fikirde idi. Bu durumda sudan korkmaya başlayan halk sadece doktor tavsiyesiyle yıkanmayı alışkanlık haline getirmesiyle XIV. Louis sağlık güncesine göre, altmış dört yılda yani 1647 ile 1711 yılları arası yalnızca bir kez yıkanmıştır ki Saint Simon onun için şöyle neşr eder: ‘’Mösyö her tür parfümü kullanırdı ve bir temizlik timsaliydi.’’ Ve yine zamane meşhur bir yazarı Theophraste Reaudot kitabında ‘’Doktorlar tavsiye etmedikçe, banyo yapmak sadece lüzumsuz bir hareket değil, tehlikelidir de… En büyük zararı da müstakbel annelerin karınlarındaki hayat meyvalarını yok etmesidir!..’’ demektedir.

Avrupa’da madenden gelen sıcak sularla yıkanma bedelli ancak 1680’lerde büyük geniş fıçılar içinde başladı. Yıkanacak olan kişi bu bakırdan geniş fıçının ortasına tahtadan, alçak bir iskemle koyar, üzerine oturarak kendini hizmetçisine yıkattırırdı. Bu arada halk hamamları iyice ortadan kalkmaya yüz tutmaya başlamasıyla eskiden kalan ev banyoları da hemen hemen terk edilmiş durumda olup yıkanıp temizlenmeyi önemsemeyen bir Avrupalı kitle oluşturuldu. Ancak İngiltere de 1830’larda, kolera salgınından sonra, evlere ve işyerlerine su ve kanalizasyon bağlanmaya başlanmasıyla temizlikte büyük gelişme göstermesi mamafih Fransa’da meşhur bilim adamı Pasteur’un sağlık kurallarına önem vermesinin başlamasıyla halkın temizliğe duyarlılığı ve banyonun benimsenmesi sağlanabilindi. Zamane bir araştırma sonucu; XIX. Yüzyıl sonlarında, Paris’teki 100 kişiden 2 kişi evindeki banyodan istifade etmekte, 18 kişi sadece çorap değiştirmekten değiştirmeye ayaklarını yıkamakta, 54 kişi ayaklarını bir kış boyunca ancak iki kere, ellerini ve yüzünü cumartesi’den cumartesi’ye yıkamakta, saçlarına hiç su sürmemekte, 26 kişi ise hiç yıkanmamaktadır.

Avrupalıların temizlik hassasiyetinde geride olduklarına binaen sahih kaynakça bir anı neşr etmek isterim; Üsküdar’da, Selimiye Kışlasındayız. Yıllardan 1854 sonları, 1855 başları. Kışla, Padişah Abdülmecid tarafından Üsküdar’ı mesken tutmuş İngilizlere hastane olarak tahsis edilmiştir. Florence Nightingale ve hastaneye gelen müfettişler bu süper güce tahsis edilen hastanenin manzarasını şöyle anlatır: ‘’Yeterince karyola yoktur. Yaralıların çarşafları çadır bezindendir ve öylesine kalın ve rahatsız edicidir ki, hastalar yalvar yakar hiç değilse kendilerine birer battaniye verilmesini rica etmektedirler. Koğuşlarda konforun zerresi göze çarpmamakta, bira şişeleri şamdan niyetine kullanılmaktadır. Leğen, havlu, sabun, saplı süpürge, temizlik bezi, tepsi, sahan hak getire! Tabii çatal bıçak da yoktur. Yakıt ciddi bir problemdir, çamaşır yıkama işi de öyle. Mutfak perişanlıktan geçilmiyordur. Tıbbi malzemeye gelince: Sedye ortalıkta görünmüyordu. Kırık kemikleri sarmaya yarayan süyek de, bandaj da namevcutlar arasındaydı. Bütün bu listeyi sayan ünlü İngiliz yazar Lytton Strachey, ‘’Herşey eksikti’’ der, ‘’tabii en sıradan ilaçlar da.’’

Bugün dahi Batı’da dillere destan olan Türk hamamlarının önemini maalesef bizlerde kaybettik. Temizliğin bizlerde birinci derece önemli olmasının en büyük sebebi İslam dininin olmazsa olmaz gerektirdiklerindendir. Avrupalılar ortaçağın pis ve hastalıklı hayatını yaşarken, Türkler yüzyıllarca her aldıkları şehirde ibadethanelerle birlikte hamamlar da yapmaktaydılar. Gezgin Evliya Çelebi XVII. yüzyılda bir milyon nüfuslu İstanbul’da 302 çarşı hamamı, 14.536 saray ve konak hamamı bulunduğunu neşreder. Anadolu evlerinde genellikle taş, mermer, çini, çinko kaplı, bazılarında duvara gömülü, altındaki ateşlikte su ısıtmaya mahsus küp de bulunan mağsel denen odalar olurdu. Anadolu’da kamuya açık tuvaletler 1913 yılında Mimar Mösyö Alfred Michel İstanbul Belediyesi’yle otuz yıllığına yap-işlet-devret sistemiyle ‘’tahte’l-arz ve fevle’l-arz’’ otuz adet ‘’tuvalet salonu’’ yapmak için imzalanarak yaygınlaşması sağlanmıştı. Avrupa’da 1884 yılında W. H. Lever tarafından ilk defa ambalajlı sabun piyasaya sürülerek Osmanlı Devletin de de aynı dönemde sabunhanelerin yanı sıra sınai üretime geçilmişti.

Araştırmacı Yazar-Tarihçi

Volkan Yaşar Berber