Hak ile Batılın savaşı, dünya kurulduğundan bugüne kadar sürmektedir. Kıyamete kadar da süreceği muhakkaktır. Her şey zıddıyla kaimdir fehvasınca hak ile batılı anlamanın yolu zıddıyla tarif etmek gerekmektedir.

Günlük hayatımız içinde karşılaştığımız onca olayların değerlendirmesini ancak iki kategoride, hak ile batıl açısından ele alabiliriz. Rabbimiz, bizleri dünya hayatına gönderirken, haktan mı yoksa batıldan yana mı olacağımızın sınavıyla değerlendirmeye tabi tutmaktadır. Tabiidir ki, her sınavın bir kazananı bir de kaybedeni olacaktır. Rabbim dünya hayatındaki sınavı en güzel şekilde kazananlardan etsin diye dua etmeyi her daim ihmal etmemek gerekmektedir.

Hak-batıl mücadelesinde en fazla karşılaşılan uygulama, Allah Rasûlü çerçevesinde gerçekleşmektedir. Çünkü O, son dinin Peygamberidir. O, önceki dinleri, uygulamaları ortadan kaldırarak yeni bir din ile bütün insanlığa gönderilmiştir. O’nun bu halini çekemeyenler, çareyi O’na saldırmakta bulmaktadırlar. Geçmişte Danimarka’da, bugün ise Paris’te yaşananlar, bunun en çarpıcı örneklerini temsil etmektedir. Paris’te, Hz. Peygambere hakaret içeren karikatürleri yayımlayan dergiye yapılan saldırı sonucunda 12 kişi öldürülmüştür. Bu olaydan sonra, Avrupa’nın farklı yerlerinde karikatürleri savunan ve destekleyen gösteriler düzenlenmiş, bunun bir ifade hürriyeti olduğuna vurgu yapılmıştır. Batı, her gün binlerce insanın öldüğü İslam coğrafyasında kaynakları ele geçirmek için Müslümanların birbirleriyle mücadele etmesini teşvik ederken, kendi bölgelerindeki 12 kişi için dünyayı ayağa kaldırabilmektedirler. 12 kişinin canı, 12 milyon öldürülen Müslümanın canından daha büyük ve kıymetli olarak görünmektedir. Bu sonuç, dünya kurulduğundan bugüne, hak ile batıl arasındaki savaşın devam ettiğinin en çarpıcı hali değil midir?

Avrupa’da meydana gelen olayları ülkemizde de bazıları sahiplenme yoluna gitmektedir. Hz. Peygambere hakaret içeren karikatürleri bazı köşe yazarları ve gazeteler sayfalarına taşımaktadırlar. Ülkemizde meydana gelen bu durumu her şeyden önce bir provokasyon olarak değerlendirmek gerekmektedir.

Zaman zaman ülkemizin dışında farklı yerlerde ortaya çıkan İslam karşıtı olayların bizdeki bazı medya organları tarafından sahiplendiğini görmekteyiz. Bu durum, bir Müslüman açısından fevkalade dikkat çekicidir. Çünkü Müslüman olan ve Müslüman bir ülkede yaşayan bu medya kuruluşlarının başka bir amacı mı var ki bu faaliyetleri ülkemize yansıtma yoluna gitmektedirler. Söz konusu zevat, İslami bir görüntü içinde İslam’a ve Müslümanlara bir darbe vurulmasından hoşlanan bir yapıya mı sahiptirler. Malum medya organlarının Müslümanız demelerinde samimi olmadıkları, İslam üzerinde bir hesaplarının olduğunu düşünmek yanlış olur mu? Çünkü sadece başka ülkelerde yaşanan olayları değil, ülkemizdeki Müslümanların üzerine gidilmesi, tutuklanması ve işkenceler görmesi için daha önceki yıllarda faaliyetler yaptıkları da düşünülürse, dışlarının Müslüman içlerinin farklı bir duruş sergilediğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Bu açıdan, Müslümanların; ülkenin, dünyanın ve İslam dünyasının gündemini samimi medya kanallarından takip etmeleri gerekmektedir. Malum kanallar gibi Müslüman mahallesinde salyangoz satanlar bulunabilmektedir. Onları, biraz zor olsa da, pirincin içindeki beyaz taşlar gibi tanıyıp hareket etmek gerekmektedir.

Tarihsel süreç içinde bakıldığında Hz. Peygamber’e karşı hakaret vari davranışlar görülmektedir. Her şeyden önce O hayatta iken bile şahsına, şahsı üzerinden İslam’a hakaretler yapılmıştır. Bugünün Fransa’sında karikatüristlerin marifetiyle meydana gelen olay, Hz. Peygamber döneminde şairler tarafından da icra edilmiştir. Mekke fethedildiğinde, şehirde bulunan herkese af çıkarken sayıları çok az olan, içlerinde Hz. Peygamber’e hakaret eden şairler ise bu bağışlanmaya dâhil edilmemiştir.

Yapılanların hiç birisi tesadüfi değildir. İslam, bütün dünyada yayılırken, diğer dinler gerilemektedir. Meyveli ağaç taşlanır fehvasınca, birileri gündeme gelebilmek adına, İslam’a ve onun üzerinden Hz. Peygamber’e saldırmayı alışkanlık haline getirmektedirler. Neden bir Hristiyan veya Yahudi liderlerine değil de İslam Peygamberine yapılmaktadır. Acaba, bu saldırıların temelinde Avrupa ve Amerika’da hızla yayılan İslam olabilir mi? Kimilerince planlı bir hareket olarak değerlendirilen 11 Eylül olaylarından sonra Amerika’da en fazla satılan kitabın Kur’an-ı Kerim olması, İslam’a, Müslümanlara ve özellikle Allah Rasûlü’ne saldırmak için bir sebep olabilir mi? Bu noktada, Müslümanların uyanık olması gerekmektedir. Karşı taraf kışkırtma taktiği izlerken, bizlerin onların oyunlarına gelmemesi gerekir. Müslüman, Allah Rasûlü’nün de buyurduğu üzere “feraset sahibi insandır”. Nerede ne şekilde hareket edeceğini bilendir. Onların yaptıkları karşısında, adeta gaza gelerek taşkınlıklar yapmamalıdır.

Dünyanın farklı bölgelerinde Hz. Peygamber’e ve Müslümanların kutsallarına saldırıların plansız birer eylem olduğu düşünülmemelidir. Çünkü bu tür faaliyetleri yapanların, olaylar İslam dünyasına yansıdıktan sonra, gazete ve dergilerini daha fazla sattıkları, dolayısıyla ceplerini doldurmayı başardıkları görülmektedir. Mesela, Fransa’daki malum dergi, saldırıdan önce 60 bin satarken, saldırıdan sonra 7 milyonluk basımlar yapmıştır. 3-5 amatör kişinin çektiği “Müslümanların Masumiyeti” isimli Amerika’da çekilen bir film, belki de hiç izleyici kitlesi bulamayacağı düşünülürken, ancak İslam dünyasına yayılan bir haber ve ona gelen tepkiler neticesinde milyonların merakla izlediği bir yapım haline gelmiştir. Sanki birileri, Müslümanlar üzerinde parsayı toplama peşindedir. Bu noktada, Müslümanların kendilerini kobay olarak kullandırtmaması gerekir. İslam’dan alınan engin bir ferasetle meselelere yaklaşmalıdır. Karşılaşılan her meselede, bir adım ötesinde nelerle karşılaşılabileceği düşünülmelidir.

Peki, Müslümanlar ne yapmalı? Oturup birilerin hakaretlerini izlemeli mi? Bunun cevabı, kesinlikle hayır olmalıdır. Çünkü hakaret edilen son dinin, dinimizin Peygamberidir. Elbette burada tepkisiz kalmamız mümkün değildir. Müslümanlar bir araya gelerek mitingler ve basın açıklamaları yapabilirler. Bunlara ilaveten, biz, son hak dinin müntesipleri olarak, onların saldırmayı ihmal etmedikleri Allah Rasûlü’nü daha iyi anlama adına her gün bir şeyler yapabiliriz. Fransa’daki Kuaşi kardeşlerin yaptığından ziyade, legal çerçevede tepkimizi en üst perdeden gösterebiliriz. Bu durum, aynı zamanda bizim imani bir görevimizdir.

Müslüman, liderine, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberine her zaman sahip çıkmalıdır. Bu sahip çıkış, sadece sözde kalmamalı, hayatımızın her alanına O’nun sünneti yansımalıdır. Karikatüristleri, onların ülkemizdeki destekçilerini eğer üzmek ve Hz. Peygamberi sevindirmek istiyorsak, O’nun sünnetine sarılmaktan başka bir eylem ve ideoloji peşinden koşmamalıyız. Tahriklere itibar etmeyip, onları bulundukları çukurlara terk etmeliyiz. Necip Fazıl Kısakürek’in kendisine alçak ifadesiyle hakaret etmeye çalışan gazeteciye, 'Sana alçak diyemem, zira alçaklığın da bir seviyesi vardır; sen çukursun' sözü mucibince onların, öncelikle ıslahını eğer bu takdir edilmemişse bulundukları çukurun cehennem çukuru olması dilemeliyiz. Unutmayalım ki, inanmayanlar istemese de, Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.