Yeni bir gün, yeni bir ay, yeni bir yıl koşar adımlarla mecrasında akıp gidiyor. İnsan bunun farkına bile varamıyor. Zaman denilen o kıymetli sermayenin tükendiğini, dolayısıyla her geçen gün, ay ve yılın ömrümüzü yiyip bitirdiğini, koşar adımlarla başlangıçtan takdir edilmiş sona doğru büyük bir hızla gittiğini anlayamıyor.  Sıfır ve sonsuzluk arası.


   Belli bir yaşa kadar her yeni bir yıl, yeni bir yaş gurur veriyor, övünç kaynağı oluyor. Hepimiz aynı duyguları yaşamışızdır. Ben senden daha büyüğüm diyerek böbürlenirdik.


   Yaş ilerledikçe, çocukluk yıllarına, gençlik yıllarına, hep geçmişe özlem ve hasret duyuluyor. Ah nerede o eski günler, ah o eski bayramlar, ah o eski düğünler, ah nerede anamın yemekleri, ah…! Ah…! Ahlar.


   Buradaki hasret; eski adetlere, geçmişteki yaşayış tarzına, eski yemeklere karşı duyulandan çok aslında geçen zamanla birlikte uçup giden çocukluk dönemine özlemdir, gençlik dönemine duyulan özlemdir, avuçlarından kayıp giden delikanlılığa, al yazmalım, kara bahtım, alın yazım, kömür gözlüm demeye özlemdir aslında sevdalanamadığımız sevdaya özlemdir.


   Şair ne de güzel anlatır;


   Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden


   Ellerinde bir demet yaprak


   Bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak


   Sular mı tutuştu, neden tunca benziyor mermer


   Akşam, akşam, yine akşam olmakta…


   İnsan hayat denilen serüveni aldanarak yaşar, zaman eskimez ama kendi yıpranır. Bebeklik, çocukluk, gençlik, yaşlılık ve malüm son. Hani ilkbaharda ağaçlar yeşerir, bitkiler canlanır. Yaz geldiğinde meyveye dönüşür, sonbaharda yapraklar sararır ve dökülür. Sonbahardaki hazan yaprakları ilkbahar ve yazın hatırasıdır.


   İnsanların hayatları da bunun gibidir. Ömrünün son demine yaklaştığında ellerinde demet demet hatıralar kalacak, ne çabuk geçti ömrüm,  göz açıp kapatıncaya kadar çabuk geçiverdi. Hiçbir şey anlayamadım diyerek gözleriniz nemlenecektir.


   Batılı bir düşünür bu gerçeği şöyle ifade eder. Ümit ve hayalleriniz biter hatıralarla yaşamaya başladıysanız yaşlanıyorsunuz demektir.


   Eskiler hep geçmişe takılıp kalıyor. Bir araya geldiklerinde hep okul yıllarını, hep askerlik anılarını anlatır. Eski düğünleri, eski bayramları, eski akşam sohbetlerini, eski yemekleri yad ediyor. Eskisi gibi samimiyetin, eski adet ve geleneklerin, velhasıl eski ağız tadımızın kalmadığından dert yanarız. Hatıralarla yaşamak.


   Hatıra; geçmişe ait, geçmişle ilgili, hayal meyal hatırlanan kıymetli ortak değerler. Gönüllerin en kuytu köşesinde saklı, en nadide, hem de çok gizemli sırlar. Ah… onlar ne güzel şeyler.
Enginde karşılaşan iki tekneden sallanan beyaz bir mendil, soluk bir el, elem ve ızdırapla dolu soğuk bir yüz. Of…Of…ne kederli şeyler.


   Bir veda busesi, hoşça kal. Burkulan kalpler, sararan yanaklar, göz pınarlarından fışkıran bir çift gözyaşı. Elveda güzeller güzeli…


   Engine hasret çağlayan misali, ulaşılmayana, imkansıza koşar adım giden uçarı gönül sukut-u hayale uğramanın burukluğunda umutsuzca akşamın ölgün ışıklarını bağrında besleyen gruba bakış.
 

   Şubatın ortalarında, akşamın kırık dökük aydınlığında uzanan soluk  gölgelerin kararttığı çakıllı yolda yürüyorum. Gruba gözlerimi dikiyorum, kızaran gökyüzünün pembe yanaklarını aralıyor ve geçmişimi okuyorum. Geçen kocaman, yarım asır ne çabuk, ne kadar kısa.


   Elime gece denilen kocaman silgiyi alıyorum, bütün olumsuzlukları dünyadan siliyorum. Sabahın aydınlık ufkunda yarınları düşlüyorum. Aydınlık ufuklar, mutlu yarınlar sizlerin olsun.  
     



- - - -