Amerikalı bir antropolog,  iptidai insanın  başat niteliğini  ' baktığında ağacı görüp ormanı göremeyen kişi' ifadesi ile  izah ediyor.Batı,  geri kalmışlığı 'iptidai, feodal, ilkel' kelimeleri ile kavramsallaştırsa da bu kavram,  problemlerini tartışmaya çalıştığımız kesimi ifade etmekten uzak kalmaktadır.Zira iptidai  insan, yanlışı da doğrusu da kendi bilgi ve görgüsüne dayanan insandır.Bizzat tabiatının yönettiği bir yaşamı icad etmiş olan insandır.Bu kavram ise, günümüzdeki mazlum milletleri  izah etmekte isabetsizdir.Zira mağdur milletlerin hemen hemen hiçbiri kendi icad ettikleri  hayat tarzına sahip değiller.Kısaca İçine düştükleri küresel kaos  içerisinde, can pazarı yaşamakta ve kendilerini kurtaracak fakat  başkalarına ait sığınak arayışı içindeler.Bütün sıkıntımızda burada başlamaktadır.Çünkü başkalarına ait bütün sığınaklar, onların kendi yaşamları içinde karşılaştıkları problemleri çözmek için üretilmemiştir.Tam bu noktada eğer çözümü üretenlerle aynı problemlerin sahibi değilsek, onların ürettiği çözüm biçimleri  bizim için tam bir problem haline gelir ki, üç yüz yıldır böylesi bir hengameyi yaşamaktayız.
              Peki, çözüm nedir?Çözüm; korkmadan, ürkmeden, utanmadan kendi geçmişimizi öğrenip onları anlamak ve geldiğimiz noktada bulunduğumuz durumu ortaya koyarak kendimizi tanımlamayı gerçekleştirmekten geçer.Ancak böyle bir zemini yakalayarak sorularımızı doğru ve gerçekle bağdaşır nitelikte tesbit eder ortaya koyabiliriz.Unutulmamalı ki; sorunlarımızı doğru belirlemedikçe, çözüm biçimlerimiz hep yanlış olacaktır.Çözüm üretme noktasında ise, kendi yeteneklerimizi sonuna kadar zorlar, çözüm üretemediğimiz yerde başkalarının çözüm üretme metodunu ödünç alabilriz.Ama ne zaman başkalarının çözüm metodu değil de, çözümünü alırsak , o problemimiz sürekli farklı figürlerde kendini yenileyecektir.
               Bu uzunca  girizgahtan sonra  kendi hakkımızdaki  ilk göze çarpan şey, Batı medeniyeti karşısında yenik düşmenin korkusunu da, kompleksini  de millet olarak hala üzerimizden atamamış olma gerçeğimiz.Batıya olan ölçüsüz hayranlığımızın da, kendimize  beslediğimiz megalomanlığımızın da temelinde yaşadığımız bu travmanın yarattığı onmaz eziklik vardır.Gel gör ki, mağlup olduğumuz güce karşı hayranlığımız da, mesnetsiz meydan okumamız da, bizi ihtiyacımız olan çözüm alternatiflerinden aynı derecede uzaklaştırmaktadır.Niçin?Çünkü, birisi bizi kendimizden negatif, diğeri pozitif yönde öteler.Bizim ise sorunumuzu çözmek için tam olarak, kendimizi tanımaya ihtiyacımız vardır.Yakın tarihimizde ki uygulamalara baktığımızda, birbirinin alternatifi olduğu halde, aynı mantık hatası ile ortaya konulup işe yaramayan çözüm biçimleri vardır.Mesela, batıyı yakalamanın  yolunu  hayranları, batı gibi giyinip kuşanmak ve kendimize ait değerlerimizi yok saymak ile mümkün olduğunu düşündüler.Ama bu uygulamalar bizi  batıya hiç bir şekilde yaklaştırmadığı  gibi problem portföyümüzü de ciddi biçimde şişirdi.Başka bir düşünce ise kendi değerlerimize yönelerek, bol bol Kur'an okuyup, hadis ezberleyerek sonuç devşirmeyi denemektedir.Bu noktada aynı mantık hatasını farklı biçimde uyguladığımızı düşünüyorum.Batı gibi konuşup, giyinip, yemek içmek bizi batılılaştıramayacağı gibi, bol bol Kur'an okuyup hadis ezberlemek ve geçmiş bilgilere ağır hakaretler savumakta müslümanlaştıramayacaktır.Zira Kur'an okumak, hadis ezberlemek kimlik sahibi olup yaşamak için yetmeyecektir.Zira Kur-an'ı anlamanın yolu sürekli kuran okuyup ezberlemekten değil, Kur-an'ın gösterdiği istikamette bir yaşam oluşturup dünyevi işleri, bilimi, sanatı, hukuku o zeminde yönetmekle mümkündür.İstediğiniz kadar, gece gündüz Kur'an okuyun onu anlama istidadınız yaşadığınız dönem itibarı ile yaşamı kavrama kütleniz kadardır.Kur-an bize ham petrol verir.Onu hareket enerjisine dönüştürerek karada yol katetmenin, denizde yüzmenin, havada uçmanın yolu bizim yeteneklerimizde saklıdır.Ancak yeteneklerimizi açığa çıkarıp işleyerek çözüm üretebiliriz.Kur'an düşünün diyor, müteakiben herkes birbirine  ''Kur'an düşünün dedi'' diyor.Bizim Batıyı(sekülarizmi) da, Kur anı da anlama biçimimiz bundan ibaret..Oysa, böyle bir ayeti okuyan kimsenin, izleyeceği yol, karşısına çıkan sorunu sükunetle, sorup soruşturacak, değerlendirecek ve sonunda bir kanaat elde ederek harekete geçmek şeklinde olmalı idi.Bu metodun uygulanması ile, sormadan sorgulamadan, bilmediği şeylerin arkasından gitmeyen bir düşünce geleneği oluşturulacak böylece düşünen bir toplum elde etmenin yolu açılacaktı. Kanaatimce ''düşünün'' tavsiye veya teklifini anlamanın icabı ancak bu biçimde yerine getirilebilir.
           En büyük sorunumuz heyecan ve duygularımızın aklımıza galip gelmesidir.Eğer heyecanlarımızdan sıyrılıp 'biz kimiz?' sorusunu samimiyetle cevaplar, problemlerimizi ciddi biçimde ortaya koyarsak, mantıki tutarlılıklarla çözümlerimizi de üretiriz.Akıl ve mantığın hakim olmadığı hiç bir model farklı muhaliflerin çözüm alternatifini haklı çıkarmaz.