İnsan yapı olarak ruhsal dünyasında iki cenahın arasında mücadele vermektedir.
Bunlar, nefis ile birlikte şeytan ve ruhtur. Herhangi bir mesele ile muhatap
olduğumuzda içimizden iki farklı sesin telkinleri ile karşılaşırız. Bunlardan birisi
doğru olanı diğeri ise, hem dünya hem de ahiret açısından yanlış olanları ifade eder.
İnsanoğlu da bunlar arasında hayatının genel istikameti açısından tercihte bulunarak,
zahirde kanaat dediğimiz düşüncesini yansıtır.

Günlük yaşantımızı manevi dünyamızdaki güçler mücadelesinin birer yansıması
olarak olaylar yaşarız. Toplumsal hayatta yaşanılan vakıaların, söylemlerin ve
eylemlerin her birini yapımızda olan o iki ana umde yönetmektedir. Her bir insan
kendi dünyasındaki etkin mezkûr güçle hareket ederek dışa vurum hareketlerde
bulunmaktadır. Bu noktada birinin kabul ettiği bir düşünceyi diğeri reddebilmektedir.
İnsanoğlu bir arada yaşamaya mecbur bir varlıktır. Bir arada yaşarken sevdiğimiz
veya sevmediğimiz olaylarla ve düşüncelerle karşılaşmamız normal karşılanması
gereken bir durumdur. Her bir insanın düşüncesi kendi çapında değer ifade eder. Hiç
bir kimse kendi düşüncesini başka birine dikte ettirme salahiyetine sahip değildir.
Eğer böyle bir durum söz konusu olursa işte orada anarşi ve huzursuzluk meydana
gelir.

Toplumların ilim, irfan, teknoloji ve sanat alanındaki gelişmelerinin merkezinde insan
bulunmaktadır. Bireyin bilgi ve kültür olarak gelişmediği durumlarda, teknolojik
ilerlemeler bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü insan manevi dünyasındaki kötülüğü
emreden, başkalarına zarar vermeyi yeğleyen güçlerin emrinde olduğu müddetçe
elindeki imkânları onların uğrunda kullanmaktan çekinmeyecektir. Dolayısıyla
teknolojiyle donanmış bilgisiz ve kültürsüz insan yığınlarını ilk başta eğitmek
gerekmektedir.

Her gün gerek haberlerde gerekse günlük yaşantımızda birebir muhatap olduğumuz
tahammülsüzlüklerin şiddete bürünmüş yansımalarını görmekteyiz. Düşüncelerini
sevmediğimiz insanları taşlama, hakaret etme, mallarına zarar verme, eğer
sevmediğimiz taraf devlet ise otobüsleri yakma, kamu binalarına zarar verme vs.
şeklinde kendimizce haklı gerekçelerle faaliyetlerde bulunulmaktadır. Bunu yapanlar
hem kendi fikir ve amaçları uğrunda hem de devleti adına yapılması gerekenleri
yerine getirdiğini söylemektedir. Yani durumdan vazife çıkardıklarını beyan
etmektedirler.

Düşüncemiz her ne olursa olsun her bir bireyin faaliyet sınırı bulunmaktadır. Birey
kendi sınırının dışına çıktığı zaman başkalarının hak ve hukukunu ihlal etmiş
demektir. Düşüncesini beğenmediğimiz insanlara yapılan hakaretler, mallara zarar
vermelerin her biri kul hakkına girmektedir. Yapılanların her biri hem dünya hem
de ahiret açısından alınacak bir haktır. Eğer zarar verilenler kamu malı ise ülkede
yaşayanların hepsinin hakkını yemek olduğunu bilmek gerekmektedir.
Şiddet, tahammülsüzlüğün eyleme geçmiş halidir. Biz birlikte yaşadığımız
insanlardan bazılarını sevmeyebiliriz. Onların fikir, düşünce ve eylemlerini tasvip
etmeyebiliriz. Ancak bilmemiz gereken aynı toplumun parçaları olduğumuz
gerçeğidir. Her bir birey beğenmediği insanlara şiddet uygularsa o zaman yaşadığımız
coğrafya anarşi ve teröre teslim olacaktır.

İnsanın şiddet göstermesi, söyleyecek sözlerinin kalmaması anlamına gelmektedir.
Sözlerin bittiği yerde şiddetin devreye girdiği muhakkaktır. Eğer kısa sürede şiddete
sarılan bir yapımız varsa işte o noktada kendi bilgi ve kültür birikimimizi gözden
geçirmek durumundayız. Bilginin arttığı yerde meyveli ağaç misali anlayış ve
tevazu zenginleşecektir. O zaman farklı düşüncelere karşı şiddetten ziyade anlayış
gösterilecektir. Dikkat edilirse şiddet gösteren kişilerin bilgi seviyesinin düşük,
tamamen duygusal boyutlu hareket eden şahıslardan müteşekkil olduğu görülecektir.
Toplumda yaşayan insanların birbirlerini ikna edebilme erdemliliğine sahip olması
en doğru çaba olacaktır. Bu konuda en güzel örnek Allah Rasulü’dür. Mekke’de
kendisine hayat hakkı tanımayan, yollarına dikenler döken, açlıktan ölmesini
isteyenlere karşı fetihten sonra şiddet uygulamamıştır. Medine’ye hicret ettiğinde
Yahudi ve Hristiyanların düşüncelerini başkalarına zarar vermemesi şartıyla müsaade
etmiştir. Taif’te kendisini taşlayanlara karşı beddua bile etmemiş, aksine dua
etmiştir. O duası kabul edilmiş olacak ki, belli bir müddet sonra Taif halkı Müslüman
olmuştur. Savaşa giden askerlerine savaşmayan kişileri öldürmemelerini tenbih
etmiştir.

Şiddete bulaşmadan birbirimizi anlamaya ve dinlemeye ihtiyacımız vardır. Şiddet
uygularken aslında karşı tarafın reklam yapmasına, başkalarının onların düşüncelerine
ilgi duymasına vesile olunduğunun farkında olmak gerekmektedir. Herhangi bir
eylem yaparken mutlaka bir adım ötesini düşünmek daha doğru sonuçlara ulaşmayı
ve daha az yanlış yapmayı sağlayacaktır. Beğenmediğimiz düşünceleri kabul
etmediğimizi söyleme hakkımız vardır. Unutmayalım ki, fikir ve düşünceler itibar
görülmediği zaman yok olacaktır. Aslında insan beğenmediği düşüncelere itibar
etmemekle en büyük fikri savunmasını yapmış olacaktır. Üzerine şiddetle gittikçe de
ona yönelecek teveccühe yardımcı olacaktır.