2 Aralık 1853 günü; Taif İstanbul’a ulaşmış ve Sinop faciasının haberini vermişti. Durum Padişah Abdülmecid’e arz edilirken Dolmabahçe Sarayından penceresinden Taif buharlı gemisini seyreden padişah; “Keşke o da gelmeseydi, Sinop’ta dövüşerek batsaydı.” Diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir.
Daha sonra Arap Yahya Bey Divan-ı Harbe verildi ve askerlikten atıldı. Sinop’tan gelen bu açı habere en çok sevinen, İngiliz elçi Sir Stratford Redcliff olmuştu. Çünkü bu savaşın başmimarıydı.
İşin başından beri anlaşma sağlanmaması için her türlü entrikayı çevirmişti. Rusya’ya karşı İngiltere ve Fransa’nın da içinde yer aldığı savaşın planlarını yapmaya başlamıştı. İşte o günlerde Karadeniz’e bir filonun gönderileceği haberini almış, o da Osmanlı devlet adamları yanında ki itibarı sayesinde birinci sınıf gemilerden oluşan filo yerine hafif teknelerden oluşan bir filo gönderilmesini sağlamıştı. Amacı; bu hafif filonun, üstün Rus gemileri karşısında alacağı muhtemel bir yenilgiyi gerekçe olarak kullanıp İngiltere ve Fransa’nın da savaşa girmelerine zemin hazırlamaktı.
3 ve 5 kasım günlerinde; Mösyö Pizani’den İngiliz elçisine gönderilen Beyoğlu kaynaklı ve Lord Stratford tarafından İngiltere Hariciye Nazırlığına çekilen İki telgraf metni bu anlatılanların kanıtı niteliğindedir.
Sinop faciasını duyduğunda;”Şükürler olsun harp başlıyor.”Sözüyle sevincini belirtir.
Sinop faciasının meydana gelmesinden sonra düzenlenen toplantıda durumu incelemek, yardım ve yaralıların İstanbul’a getirilmesi için Sinop’a kimin gideceği konusu görüşüldüğü sırada Müşavir Paşa bu göreve hazır olduğunu Kaptan-ı Derya’ya bildirdi. Kaptanı derya onun yalnız gitmesinin uygun olmayacağını, bu nedenle İngiliz ve Fransız elçileriyle görüşerek biri Türk, biri Fransız ve biri de İngiliz vapuru olmak üzere üç vapurla gidilmesinin daha uygun olacağını söyledi.
Bu görüşmeden sonra harekete geçen Müşavir Paşa, İngiliz ve Fransız elçilerini kendi donanma komutanları ile birlikte Sinop meselesini konuşularken bulmuştu. Onlara toplantı da 
görüşülenleri anlatı. Ancak Fransız elçi, savaşta böyle şeylerin normal olduğunu söylerken, İngiliz elçi birkaç gün önceye kadar Karadeniz’de bir Türk filosunun bulunduğundan haberi bile olmadığını belirtti. Kayıtsızlıklarını göstermişlerdi, ayrıca Amirallerde bunu bilmediklerini ifade etmişlerdi. Bununla birlikte yapılan görüşmenin sonunda, elçiler başka felaketlerin olmasından korktukları için Türk vapurlarının Sinop’a yalnız gitmelerini uygun bulmadıkları gibi oraya gönderilecek gemilerin içinde bir Türk gemisinin bulunmasının ve onlarla beraber bir Türk sancağının görünmesinin kendi hükümetlerini de zor durumda bırakacağınından çekindiklerini beyan edip karşı çıktılar. Hatta İngiliz elçisi, bir Türk deniz subayının İngiliz vapurunda bulunmasına dahi itiraz ederken, Fransız elçisi, Lord            
Stratford’un endişelerini yersiz bulmuş ve bir Türk subayının kendilerine çok faydalı hizmetlerde bulunabileceğini belirterek, İngiliz elçisini bu görüşünden vaz geçirmiştir. Ancak lord, şayet Ruslar Hala Sinop’ta iseler, Türk subayının başındaki fesi göstermemesini ve yanındaki adamlarının da ortada dolaşmamalarını şart koştu. Müşavir Paşa, Sinop’ta hiçbir şeyin bulunamayacağı ihtimali hatırlatarak, vapurlarda fazla cerrah ve tıbbi malzemenin de gönderilmesini söylemiş, onlarda bu isteği yerinde bulmuşlardır.
3 Aralık 1853 günü; Sinop faciasının meydana gelmesinden sonra düzenlenen toplantıda durumu incelemek, yardım ve yaralıların İstanbul’a getirilmesi için Sinop’a kimin gideceği konusu görüşüldüğü sırada Müşavir Paşa bu göreve hazır olduğunu Kaptan-ı Derya’ya bildirdi. Kaptanı derya onun yalnız gitmesinin uygun olmayacağını, bu nedenle İngiliz ve Fransız elçileriyle görüşerek biri Türk, biri Fransız ve biri de İngiliz vapuru olmak üzere üç vapurla gidilmesinin daha uygun olacağını söyledi.
Bu görüşmeden sonra harekete geçen Müşavir Paşa, İngiliz ve Fransız elçilerini kendi donanma komutanları ile birlikte Sinop meselesini konuşularken bulmuştu. Onlara toplantı da görüşülenleri anlatı. Ancak Fransız elçi, savaşta böyle şeylerin normal olduğunu söylerken, İngiliz elçi birkaç gün önceye kadar Karadeniz’de bir Türk filosunun bulunduğundan haberi bie olmadığını belirtti. Kayıtsızlıklarını göstermişlerdi. Amirallerde bunu bilmediklerini ifade etmişlerdi. Bununla birlikte yapılan görüşmenin sonunda, elçiler başka felaketlerin olmasından korktukları için Türk vapurlarının Sinop’a yalnız gitmelerini uygun bulmadıklarr gibi oraya gönderilecek gemilerin içinde bir Türk gemisinin bulunmasının ve onlarla beraber bir Türk sancağının görünmesinin kendi hükümetlerini de zor durumda bırakacağınından cekindiklerini beyan edip karşı çıktılar. Hatta İngiliz elçisi, bir Türk deniz subayının İngiliz vapurunda bulunmasına dahi itiraz ederken, Fransız elçisi Lord Stratford’un endişelerini yersiz bulmuş ve bir Türk subayının kendilerine çok faydalı hizmetlerde bulunabileceğini belirterek, İngiliz elçisini bu görüşünden vaz geçirmiştir. Ancak lord, şayet Ruslar Hala Sinop’ta iseler, türk subayının başındaki fesi göstermemesini ve yanındaki adamlarının da ortada dolaşmamalarını şart koştu. Müşavir Paşa, Sinop’ta hiçbir şeyin bulunamayacağı ihtimali hatırlatarak, vapurlarda fazla cerrah ve tıbbi malzemenin de gönderilmesini söylemiş, onlarda bu isteği yerinde bulmuşlardır. 
 
4 Aralık 1853 günü; Karadeniz’e dört buharlı gemi ile Karadeniz’e çıkma emri almış olan Riştahane Nazırı Emekli Riyale Hasan Paşa’nın görevi iptal edildi. Bu göreve gerek kalmamıştı. Bu filonun yerine; İngiliz’lerin RETREBÜTİON, Fransız’ların MAGODOR isimli buharlı firkateynleri; 4 Aralık 1853 günü Sinop’a hareket etti iki gün önceki fırtınanın da etkisiyle  elli saat süren zorlu bir yolculuktan sonra gemiler  Sinop limanına demir atmıştı. Müşavir Paşa Sinop’un savaş sonrası durumunu şu şekilde tavsir etmektedir; “Ruslar işlerinin silinmez izlerini bırakıp gitmişlerdi. Körfezin kıyısı gemilerin enkazı ve binlerce ölülerle doluydu. Yakıp yıkma en kötü şekilde yapılmıştı. Limanda tek bir direk dik durmuyordu, tek bir gemi kerestesi parça parça olmaktan kurtulamamıştı. Rusya Çarı Sinoptaki filonun Çerkezistan’a yardım götürdüğünü zannederek filonun mahvedilmesini emretmiş, bu emir de harfi harfine ve tam manasıyla yerine getirilmiştir.
Karaya çıktığımızda Sinop’u büyük bir ordunun hücumuna uğramış bir kasaba halinde bulduk. Her tarafı yakılmış ve yıkılmıştı. Fırınlar yıkılmış ekmek ve diğer yiyecek maddeleri bulunmuyordu. Gelişimiz halka güven vermiş bir miktar düzen sağlanmıştı. Sinop’un kıyı ve köşesinde ki subay ve erleri topladık ve bunları yapacağımız işlerde kullanmaya başladık. Yanımızda onüç subay ve yüz yirmi üç er toplanmıştı. Türk filosunun komutanı da olmak üzere beş subayla yüzelli eri Ruslar esir olarak alıp gittiler. Birkaç subayla bine yakın er Anadolu işlerine doğru çekildiler”. 
Ayrıca Sinop’la ilgili olarak Müşavir Paşa şu bilgileri veriyordu; “Sinob’a ulaşınca ilk işimiz yaralılara bakmak olmuştu. Harap kahvehanelerde ayrı ayrı derecede yaralı ve ızdırap içinde yüz kadar er bulduk. Bir kısmı can çekişiyordu. Bir çoklarının da mermilerle vücutları ve yüzleri korkunç surette yaralanmış, azaları kopmuştu. Bunlar toprak üzerine yahut tahta peykelere yataksız, örtüsüz uzatılmış bulunmaktaydılar. Bir takımının da yaraları sarılmamıştı. Yanan gemilerden kurtulmuş iki cerrah bunlara bakıyorlar, ortada başka cerrah veya doktor görünmüyordu. Bu iki kişi gayretle çalışıyorlarsa da ilaca, alete ve sargıya benzer hiçbirşey olmadığından yaralıların büyük acılarını azaltacak bir şey yapamamaktaydılar. Muharebeden sonra altı gün geçmişti. Soğuk kış rüzgarının içeri girmemesi için pencereleri de kapalı tutmak lâzım geldiğinden, yaralıların bulundukları yerler dayanılmayacak kadar pis bir hava, fena kokularla doluydu. Gönüllerimiz, bu zavallılara yardım için en ateşli duygular ve isteklerle dolu olduğu halde asabımız bu vaziyete adeta dayanamıyordu. Yanımızda bulunan yiğit İngiliz gemicileri, bu hafifleştirilmeyen ve müstehak olmaksızın çekilen yürekler parçalayıcı ızdırap önünde kendilerini tutamayarak ağlıyorlardı. Zavallı Türk deniz erleri, yattıkları yerden beni görünce seviniyorlardı ve Hoş geldin baba, şimdi kurtulduk diyorlardı. Yanımda bulunan İngiliz ve Fransız vapurlarının süvarilerileri, onların bana söyledikleri bu sözleri işitince dayanamadılar, zavallıları vapurlarına alıp İstanbul’a götürmeye razı oldular. Türk deniz erleri bu müjdeyi duyunca sanki yaralarının acılarını büsbütün unutmuşlardı. Bu müjde onlara en iyi en iyi ilaç tesiri yaptı.
Magador ve Retribution vapurlarının doktor ve cerrahları ile arkadaşları işe başladılar ve bu hayır işini pek iyi başardılar. Büyücek ısrarlar neticesi yaralılardan bazıları işe yaramaz kol ve bacaklarının kesilmesine razı oldular, lâkin bence onlara nafile yer bu eziyeti çektirmesek daha iyi olurdu; ameliyat görenlerin hemen hepsi tetanoza yakalanıp öldü. Onları görenlerden hiçbir kimse, bu pis kahvelerde karşıaştıkları acıklı felâket sahnelerinin intibalarını-harbin insanı ayıltan alametleri olarak-ömürlerinde unutamayacaklardır.
Bizim Sinob’a geldiğimiz haberi yayılınca , etraftaki köylerden bir kısım yaralılar getirilmişti. Lâkin köylerde başka yaralıların da bulunduğu söyleniyordu. İki yerli cerrah ve doktorla, iki Türk deniz subayını ve on Türk deniz erini, Sinop’ta Kalıp bunlara bakmaya memur ettik ve lâzım olan aletleri, sargıları ve ilâçları da verdik. Ertesi akşam Sinop’ta bulunan  ve muharebeden kurtulan yaralı yarasız subay ve deniz erleri-ölüm halinde birkaç yaralı müstesna vapurlara konuldu ve yola çıkıldı”. 
7 Aralık 1853 (6 Rebiülevvel 1270) günü; Canik Mutasarrıfı Ömer Paşa’nın yazdığı tahrirata göre; “Taif vapurunu takip etmeye kalkan Rus gemilerinden birisi, Taif’ten atılan toplarla batırılmış diğer iki gemi ise ağır zayiata uğratılmıştır. Çok zorlu bir yolculuk yapan taif yolda kömürü bitmiş  ve bütün kamara kapılarını ve diğer ahşap kısımları yakılmak suretiyle 4 Aralık günü İstanbul’a gelebilmiş Sinop’ta ki Osmanlı filosunun maruz kaldığı akibeti bildirmiştir”. Demektedir. 
9 Aralık günü; Allah yaralılara acıdı, onlara rüzgarsız bir hava, dalgasız bir deniz verdi. Sallanmadan istanbul’a geldik. İki vapur Tarabya önüne vardıkları zaman, Hükümetten bir haber geldi; halkın görmemesi için karanlık basıncaya kadar yaralılar gemilerden çıkakarılmayacaktı”.
Sinop Mahalli Meclisince Hazırlanan mazbatada ,Yaralı sayısı yüz elli gösterilirken İstanbul’a gelen bu vapurlarda getirilen sağlam ve yaralı asker sayısı, Kaputanluk Makamınca hazırlanıp Sadaret Makamı’na sunulan ve bu makamca da bir takrir eklenerek Padişaha arzedilen pusulada, altmışikisi nefer olmak üzere toplam doksanüç kişi olduğu kaydedilmekte, yüzsekiz kişininde hastahanede olduğu belirtilmektedir.
Daha sonra Müşavir Paşa Hariciye Nezaretine çağırılmış ve orada bulunan Devlet adamlarına Sinop’taki durum hakkında bilgi vermesi istenmiştir. “…..asâkir-i şâhânenin gayret ve şecaatlarını ve üç beş sa’at muhârebe ile can-siperâne hidmetlerini ve düşman askerinden dahi hayli telefât olup gemilerinde dahi sakatlık olarak birkaçı gark olma derecesinde vapurlara rabt ile Cum’a günü oradan çekildiklerini ve Sinop’ta kalan bazı neferât-ı bahriyye ile yüz on nefer kadar yaralıları vapura alıp götürdüğünü ve daha sair müşâhedatını beyan …..” eylemişti. 
Savaş sonrası karaya çıkmayı başaran Türk denizcileri, Sinop çevresindeki kazalara dağılmışlardı. Karaya çıkmayı başaran ve civarda bulunan yaralıların tedavi edilebilmeleri için tedbir alınmıştı. Çevreye dağılan bu askerlerin toplatılıp İstanbul’ gönderilmeleri içinde gerekli tedbirler alınmış ve uygulamaya konulmuştu. Bunların bazıları ise bulundukları yerlere yakın olan iskelelerden uygun vapur ve gemilere bindirilmek suretiyle İstanbul’a yollanılmaya çalışılmıştır. Subay ve erlerin durumlarını kontrol etmek üzere İstanbul’dan yâver Besim Efendi’nin gönderildiği Kaputalık Makamı’ndan Bâb-ı Âli’ye yazılan arz tezkiresinden anlaşılmaktadır.