Avrupa ve Amerika’da her secim arifesinde estirilen Ermeni soykırımı yalanına alıştık. Fazlaca yadırgamıyoruz. Fransa’da yaklaşan cumhurbaşkanlığı secimi öncesinde mevcut cumhurbaşkanları Sarkozy’nin önderliğinde yürütülen ve 577 üyelik Fransa parlemontosunun sadece elli kişilik bir grubunun katılımlıyla gerçekleştirilen oturumunda kırk üyenin onayıyla geçen yasa tasarısını gerçekten yadırgadık. 

   577 Kişiden oluşan bir meclisin sadece kırkının oyunu alarak geçmesini yadırgadık. Yasanın içeriğini yadırgadık. Çünkü küçücük bir azınlığın onayını alan bu yasa, Ermeni soykırımın onaylamakla kalmıyor. Soykırım yoktur diyenleri cezalandırıyor oluşunu yadırgadık. Dünya’ya, özgürlük ve demokrasinin beşiği olduğunu kabul ettiren, medeniyetin öncülüğünü yaptığını ilan ederek diğer ülkelere ders vermeye kalkışan bir ülkenin parlemontosunda azınlıkta olsa, milletvekilleri tarafından onanarak düşünme ve düşündüğünü ifade etmeyi yasaklayan bu yasa olması itibariyle yadırgadık. 

    Sarkozy’nin önderliğinde Fransa meclisi tarafından gerçekleştirilen yasa ayıbı, gereken cevabı almıştır ve almaya devam edecektir. Toplumumuzun bütün kesimleri bu ayıbı şiddetle telin ederken, Başbakanımız tarafın ulusal ve uluslar arası basın önünde verilen beyanat ve tokat gibi cevap çok ağır bir sille olmuştur.

   Haddini bilmeyenleri geldikleri yeri hatırlatmıştır. Fransız’ların karanlık ve kanlı tarihlerini, Afrika’da Cezayir’de, Ruanda’da yapmış oldukları soykırımları anımsatarak bildirilmiştir. Hatırlayamazsanız babanıza sorun diyerek bildirilmiştir.

   İki ülke ilişkilerinin kopma noktasına getiren, çirkin ve kapkara, tamamen siyaset kokan bu karar sonrasında Sayın Başbakanımız tarafından 1526 yılında Almanlar tarafından mağlup edilerek esir alınan Fransa Kralı Françesko’nun devrinin Cihan Devleti, Osmanlı Devleti’nin Sultanı Kanuni Sultan Süleyman’dan yardım dilemesi sonucunda Sultan Süleyman’ın cevabi mektubunu okuyarak iki milletin ilişkilerinin nerelere kadar dayandığını göstermesi ders niteliğinde ve çok anlamlı olmuştur.

   Bu onurlu tavrı ve dik duruşu bir tarafa koyarak yakın bir geçmişe bakıyorum. Önümde 5 Mart 1998 tarihli hürriyet gazetesinin ilk sayfasından verilmiş bir haber var. İspanya Kralı Juan Carlos’un resmi davetlisi olarak İspanya’da bulunan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı onuruna verilen bir yemekte çekilen bir fotağraf. Yemekte Cumhurbaşkanımızın oturduğu masanın arkasındaki duvara asılı,  duvarı tamamen kaplayan yağlı boya tablosu, İnebahtı deniz savaşını tasvir eden bir tabloydu.

    Sayın Cumhurbaşkanımızın masasına servis edilen şarabın markası da ne tesadüftür ki Leponto imiş. Şimdi diyeceksiniz ki; ne var bunda, bu tür resmi davetlerde şarap servisi yapılması olağandır. Şarabın adı da Leponto olmuş ne önemi var? Leponto; yani “İnabahtı” İspanya’nın başını çektiği haçlı filosunun Osmanlı deniz kuvvetleri karşısında kazandığı ilk zaferin adıdır.

   Bu kadar tesadüfü bir arada bulunduran bu kasti ve aşağılayıcı tutum karşısında sessiz ve boyun  eğici bir tavır. Diğer taraftan Fransa’nın son hadsizliği karşısında sert ve onurlu bir tavır. Buna çok sert oldu diyenleriniz olabilir. 

   Bence sert değil çok mertçe oldu

   Takdir Yüce Milletimindir.