Peki, kişi neye karşı mücadele ederek özgürlüğünü elde edecek ve belirlediği hedefe kararlı biçimde yürüme iradesinin sahibi olacak?Bu, yaşadığımız coğrafya münasebetiyle kültürel olarak çoğumuzun cevabına aşina olduğu bir sual.İşte benim nefesimi kesen, belimi büken yer de burası.Zira, özgürlüğe, belki de tarihte hiç bir dönemde, yaşadığımız çağdaki kadar zıt yönde bir mana giydirilmemiştir.Doğru cevaplar ancak doğru sorularla elde edilebilir.Bir tarafında 'insan'ın' bulunduğu bütün sorunları çözmenin yolu, ''insan'ı'' doğru tanımlamakla mümkündür.O halde insan nedir yada ne değildir?İnsan et ve kemikten ibaret bir canlı mı, ya da sadece ruhtan mı ibaret veya insan, beden ve ruhtan mürekkep bir varlık mıdır?Bu çerçevede ulaştığımız cevap kombinezonlarının her biri ile birlikte farklı bir özgürlük tanımını elde ederiz.Hiç kimse aynı cevabı bulmak zorunda olmamakla birlikte , isabetli cevabı elde etmenin yolu insana ait ontolojik sorgunun arınmış bir zihinle tamamlanmasıyla bağıntılıdır.Bu bağlamda insanın ne olmadığından hareket ederek konuyu ortak bir zeminde tartışabiliriz.Mesela insan, yiyen içen bir varlıktır fakat gıdadan ibaret değildir.İnsanın kendine ait bedeni ve bedene ait ihtiyaçları olsa da insanı sadece beden biçiminde tanımlayamayız.İnsanı sadece ruhtan da ibaret göremeyiz.İnsan menfaatlerini sever ve bu nedenle çatışmalar da yaşar ama buna rağmen insandan menfaatlerine kayıtsız kalmasını da isteyemeyiz.İnsanın ne olduğuna dair sorguyu bu sahife, böyle bir başlık altında daha fazla gerçekleştirmeye müsait olmadığı açıktır.Fakat şöyle bir sonuca ulaşabiliriz; '' insanın kendine ait hissettiği, kendi içinde bulduğu, kendi dışında belirli mesafelerle bağ kurduğu her şey insana aittir.O halde organik pozisyonda insana ait hiç bir şey, huzurunu bozacak, varlığını tehdit edecek nitelikte değildir.İnsanın huzurunu bozan, o'nu amansız problemler ile karşı karşıya bırakan neden; insanın ihtiyaçlarını, sahip olduğu şeyleri, olması gereken ölçülerde sevk ve idare edememesinden kaynaklanır.Korku, hırs, heyecan, kazanma tutkusu, aşk, servete düşkünlük, başarı arzusu, cinsellik, konfor isteği vb sayabileceğimiz bütün faktörler bugün yaşadığımız çağın çürümüşlük dayanakları iken ölçüsü dahilinde sarfedildiğinde yada elde edildiğinde birer hayat kaynağı olup medeniyet oluşumunun yapı taşlarıdır.Burdan çıkaracağamız sonuç; insanı içeriği itibariyle tanımladığımız unsurların sevk ve idaresinde eksi veya artı yönde aşırıya kaçılması özünde kendinden, kendi olamsı gereken konumdan uzaklaşması anlamını taşır.Muhafaza etmesi gereken kendi içeriğine dair unsurların (maddi ve manevi)organik pozisyonu onu özgür kılıp kendisi yaparken, bu ölçüde aşırılığa gidiş onu kendisi olmaktan uzaklaştırır.Kendi varlığını olması gereken ölçülerde muhafaza etmesi onu özgür kılıp, insani yeteneklerini kullanmasının önünü açarak kendini gerçekleştirmeye vesile olurken, ölçüyü muhafaza edemeyerek aşırılıklara yönelmesi onu kendinden uzaklaştırmakta ve aşırılıkları, zaafları haline gelmekte, etken bir varlık olmaktan çıkarak edilgen bir pozisyona sevketmektedir.Buradan hareketle özgürlüğü; kişinin tesbit ettiği ölçüleri boyutunda yaşamayı sürdürmesi, sahip olduğu şeyleri zaafları haline getirmeme gayreti, iç ve dış ayartmalara boyun eğmeme mücadelesi olarak tanımlayabiliriz.Yani kişi özgürlüğünü, kendi bileşenlerinin aşırılığa sevkeden tahriklerini kontrol ederek elde edebilir.Bu noktada kendisine, bütün potansiyelini kullanabilme, yeteneklerini sergileyebilme altyapısını temin eder.Peki, kişinin varoluş alanını kısıtlayan dış etkenlere karşı esareti, çaresizliği ne olacak?İnsan kendi kimliğine ulaşamadan, problemleri ile başetmede yetersiz kalacaktır.Kendine ulaşarak , yeteneklerini sergileyebildiği hiç bir dönemde dışındaki problemlerin ona karşı direnme şansı yoktur.(devam edeceğiz inşallah)