Siyah beyaz fotoğraflar kutulara koyulmuş. Büstü masanın üzerinde, 
gözlerini dikmiş bana bakıyor. Evet, Rıza Nur’u odasında resmedeceğim. 
Seyredin…

Rıza Nur Tıp Fakütesindeyken maddi zorluklardan ötürü babasından yeterinde harçlık alamayınca: “… bir gün param olursa parasız gençler kitap bulabilsin diye kütüphane yapmaya ahdettim” demiş ve bu hayalini gerçekleştirmiştir.

Dr. Rıza Nur İlk Halk Kütüphanesi’nde çayımı yudumluyorum. Rıza Nur devlet hazinesinden satın almadan önce bu bina iki Rum kardeşinmiş. Mübadele yasası çıktığında şuan kitap raflarıyla dolu olan odalarda telaşla aşağı yukarı dolaşmışlardı herhalde. Komşularına: “Nasıl olur, bizim memleketimiz burası, ülkene dön ne demek oluyor?” diye dert yanmışlardır. Sonrada bir seher vakti tahta bavullarını peşlerinden sürükleyerek gemiye binmişlerdi. 

Güvertede fısıltıyla dualar edip, azizlerden yardım istemişlerdir. Dalgalar gemiyi tırmaladıkça mendillerini yüzlerine kapatarak ağlamışlardı. Rıza Nur, kütüphaneyi 9 Ekim 1924’te resmi zevatın ve halkın katıldığı bir törenle açarken birilerinin aklına bu Rum kardeşler gelmiş midir acaba? Zannetmiyorum. Cafcaflı bir açılış olmuş çünkü. Kim o esnada hüzünlü kardeşleri düşünür ki?
Bence günümüzde de Rum kardeşleri düşünen yok. Tahta merdivenleri, yüksek tavanları, kocaman pencereleriyle üç katlı kütüphane insana acıklı şeyleri düşünmeyi yasaklıyor. Mesela hangi penceresinden baksanız denize, size kıkırdarken görüyorsunuz. Martılar pervazlara konmaktan çekinmiyor. Kederlenmeye imkân var mı? Benim gibi yıllarca pencereleri karşı binaların duvarlarına bakan kütüphanelerde araştırma yapan biri için hele… Rum kardeşlerim Yunanistan’daki zorlu hayatlarını nasıl düşüneyim.

Neyse ki halimi Rıza Nur görmüyor. Lakayt, sığ ve işe yaramaz bulup kovardı beni alimallah! Kütüphanesine böyle birinin  gelmesine dayanamaz, çıkarttığı ayakkabısını da arkamdan fırlatırdı. Zaten ömrü boyunca kimseyi beğenmemiş, beni mi takdir edecek! Muhalif gelmiş, muhalif gitmiş. “Antipatik”, ruh hastası doktor”, büyük Türkçü”, bir müzmin muhalif, bir yalnız adam” olan Rıza Nur’a kendimi mümkün değil beğendiremezdim.
Kütüphane yetkilileri beni normalde girişin yasak olduğu, bir yere götürüyorlar. Rüştiyedeyken sofu, tıbbiyede ise: Allah var ya da yok, benim işim değil” diyen Rıza Nur’un özel eşyalarının konulduğu odayı inceliyorum şu an. Enfes! Osmanlıca tarih, edebiyat ve tıp kitapları raflara özenle yerleştirilmiş. 

Siyah beyaz fotoğraflar kutulara konulmuş. Büstü masanın üzerinde, gözlerini dikmiş bana bakıyor. Burada yazmak için ne kadar çok malzeme var. Durur muyum? Kütüphane yetkililerinden odada çalışmak için müsaade istiyorum hemen. Evet, Rıza Nur’u, odasında resmedeceğim. Yirmi dokuz yaşında ittihat ve Terakki Cemiyetine tabanca ve bıçak üzerine yemin ederek katılıyor. Sonra mecliste bu partiye kafa tutuyor. Talat Paşa kulağına eğilip: “Kefenini hazırla” diye fısıldıyor doktora. Baksanıza yüzü bembeyaz oldu. 31 Mart Vakası. Yurt dışına kaçış, hapishaneler, işkence. Muhalif partilerin kuruluşunda hummalı çalışmalar , sonra onlarla da ters düşmeler, milli mücadelede Atatürk’e, Lozan’da İnönü’ye diş bileme, yazıları kitaplar, maarif ve sıhhiye vekillikleri…

Yoruldum. Bir ömre ne çok şey sığdırmış, Okuduğum onca şeyden bende sadece üç şey kalıyor geriye.
 
1- Bu adam hayatında kimseye güvenmemiş.
 
Sürekli teşkilatların içinde bulunmuş, sonra da o teşkilatın kalbinden bıçaklamaya kalkmış. Neden? Kendisi lider olamadığı ipleri elinde tutamadığı zaman hırçınlaşıyor. Herkes bir çıkarcıya dönüşebiliyor gözünde. Bırakın çalışma hayatını, eşine, İffet Hanıma bile itimat etmemiş. Onun yeni evlendikleri vakitlerde erkeklerin olduğu lokantalarda yemek yiyemeyecek kadar mahcup olduğundan şikayet ediyor. Sonra da ne yapıyor biliyor musunuz? insana güven olmaz diyerek sokaklarda gizlice kadın takip ediyor. Acaba bu kadın etrafı seyrederek mi yürüyor, gülüyor mu, başını öne eğiyor mu? Evliliklerinin çatırdadığı dönemlerde ise karısının kendisini zehirleyeceğini, azdıklarını çalıp Mustafa Kemal'e götüreceğini, Sinop’ta ki kütüphaneyi yakacağını düşünmüş Rıza Nur. Halbuki İffet Hanım bunca şeyi planlayabilecek bir kadın değil. Mutsuz. Morfin kullanıyor. Kocasının onu dövmesine, aşağılamasına, ayrıca akıl hastanelerinde yapılan tedavilere katlanıyor. Sonra da aynı işkenceleri hizmetçilere yapıyor. Dövüyor onları. bazen soyup öyle başlıyor vurmaya.
 
2- Hep mükemmellik aramış.
 
Başını masanın üzerinde duran büste çeviriyorum. Ne tuhaf gözler! Sürekli hata arıyorlar. Rıza Nur için hata affedilmez bir şey çünkü. O mükemmelin peşinde. Örnek mi istiyorsunuz? İşte size örnek: Rüştiye de haylaz, kavgacı, çapkın olan çocuk tıbbiye de mükemmel olmak için bu huyları terk ediyor. "Diyebilirim ki iki yıl süren bu müddet zarfında bir defa bile gülmemişimdir, gülmeyi hafifmeşreplik, hatta delilik ve insana yakışmaz bir şey sanıyordum" İnsani zaaflarına o kadar düşman kesiliyor ki, sonunda kendini hadım ettirmeyi bile düşünebiliyor. Bu düşüncesinden kadın gibi olmak" fikri yüzünden vazgeçiyor neyse ki. Kadınlardan özel münasebetin haricinde hoşlanmayıp, onları doğuştan aptal bulduğundan bu işten cayıyor. Ne mühim gerekçe değil mi?
Rıza Nur'a göre herkes kusurlu, menfaatçi, yalancı. Padişahlığın kaldırılması, Cumhuriyet'in ilanı da onun buluşuydu zaten, fakat ondan çaldılar. Hatta şapka kanunu fikrini dahi ondan yürüttüler. Ya nereden yürüteceklerdi? Mükemmel o, anlayın artık.
 
3- Türk'e, Türkçe'ye aşık
 
Yazdığı kitaplarda Maarif vekilliği sırasında Türkçe için yaptıkları takdire değer. Onun bu konuda kıymetli işler yaptığını söyleyemeyiz. Mesela birçok terimi o Türkçeleştirmiş. Sultanilere lise ismini veren kendisi... Hummalı bir çalışmanın içine girip milli oyunları, sporları, atasözlerini, halk türkülerini ve şiirleri toplatmış. Resmi yazışmaların sade ve Türkçe yazılmasını emretmiş ancak hiçbir memurun bunu başaramadığını görmüş. Nasıl sinirlenmiş, nasıl sinirlenmiş bilemezsiniz... Tuhaf şeyler de yapmış tabi... Bir genelge ile okullara tüm öğretmen ve öğrencilerin "Oğuz, Tuğrul" gibi Türk adlarını almasını bildirmiş, bu genelgeye Türk adlarını da içeren bir liste ekleyen Rıza Nur "ilk tohum" olarak nitelediği bu girişimin ardından da konu ile ilgili çeşitli kitaplardan bin 151 Türk adı toplamış.
 
"Ben Türk'e aşkımdan aklımı yitirdik
Ona verdim bütün kendimi bitirdim
Gördüm zindan sürgün bela nice nice
Kendim için değil bunların hiçbiri
Türk için yanmıştır bağrımın her yeri
 
Rıza Nur"
 
Kütüphaneden çıkıyorum artık. Hava çok güzel, biraz da deniz kenarında yürüyeceğim.


Ayşe Sevim...
Editör: Vitrin Haber