Anadolu’yu seyahatinde en son adım attığı yer ise Sinop olmuş Batuta’nın. Burada geçirdiği zamanlardan sonra gemi ile Kırım’a doğru yol almış seyyah.

İşte  İBN BATUTA’nın  Kırım’a gitmeden uğradığı Sinop’ta geçen günleri:

Kastamonulu  Nizamettin‘ in, yüksek bir dağın doruğunda yaptıkları ziyaretten yola çıkarak Sinop‘ a vardık. Nüfusu oldukça kalabalık bir kent olan Sinop, doğal güzelliği  yapıları ve özelikle camileriyle dikkati çeker. Yalnız doğudan karaya açık olan  Sinop’un öbür üç yanı denize açık çevrilidir. Doğudan kente bir kapıyla girilir. Kentin beyinin izni olmadan bu kapıdan hiç kimse alınamaz. Burası kalabalık bir şehir olduğu kadar bütün güzellikleri ve bütün iyi savunma imkânlarını da nefsinde toplamış bulunmaktadır. Şehir, doğu yönü hariç, çepeçevre denizle çevrilidir. Bu yönde bulunan biricik kapısından şehre ancak belde hâkiminin müsaadesiyle girilebilir. O tarihlerde şehrin hâkimi ise yukarıda andığımız Süleyman Padişah'ın oğlu İbrahim Beğ idi. Usule göre bizim için de izin çıkınca şehre girdik ve Ahi İzzeddin Çelebi'nin deniz kapısı dışında bulunan zaviyesinde indik. Buradan Sebte limanında olduğu gibi denize doğru uzanmış bir dağa çıkılır ki, üzeri bağ ve bahçeler, akarsular ile kaplıdır. Burada yetişen meyvelerin çoğunu üzümle incir teşkil eder. Ancak sarp bir dağ olmakla çıkış pek müşkildir. Üzerinde on bir kadar Rum köyü vardır ve hepsi de Müslümanların egemenliğinde yaşamaktadır.

HZ HIZIR İLE HZ İLYASIN BULUŞTUGU YER
Tam tepede kurulmuş olan zaviye Hızır-İlyas aleyhisselama nispet olunur ki, burası dindar kişilerin ziyaretleri sebebiyle bir an dahi boş kalmaz. Ayrıca orada bulunan bir ayazmada yapılan duaların makbul olduğuna inanılır. Hızır ve İlyas peygamberlerden kaldığı söylenen dağ eteğindeki tapınak çok ziyaretçi çeker. Bu tapınağın yakınındaki çeşme üstünde dua edenlerin arzu ve isteklerine kavuşacaklarına inanılır. Yine dağ eteğinde veli Salih Seyyid Bilal’in türbeleri vardır. Yanı başındaki tekkeden gelen gidene yemek ikram edilmesi adet olunmuştur. (Şu anda bu tekkeye ait hiçbir kalıntı yok)
 
Sinop Ulu camii gördüğümüz en güzel camilerden biridir. Orta yerde bir şadırvan olup, üstünü dört ayağın taşıdığı bir kubbe örter. Her ayağı mermerden yapılma iki sütun tutar. Üst tarafta ahşap merdivenle çıkılan bir mahfel vardır. Cami'i yaptıran Sultan Alaaddin-i Rumi'nin oğlu Sultan Pervane'dir ki, Cuma namazlarını anılan mahfelde eda ederlerdi. Ondan sonra oğlu Gazi Çelebi hükümdar olmuştu. Onun ölümünden sonra ise sözü geçen Sultan Süleyman bu şehri ele geçirmeye muvaffak olmuştur. 

TEKNELERİN DİBİNİ DELEN GAZİ ÇELEBİ
Gazi Çelebi cesur ve kahraman bir hükümdar olup, Tanrı ona su altında uzanan süre kalmak gücünü vermiş iyi bir yüzücü idi. Hazırlattığı donanma ile Rumlara karşı savaşa çıkar, düşman donanması ile karşılaşıp askerler savaşa başlayınca elinde demir bir matkap olduğu halde suya dalar, kafir gemilerinin diplerini deler ve düşman, suya garkoluncaya kadar bunun farkına varmazdı. Bir tarihte düşman filosu Sinop limanını bastığında Gazi Çelebi bütün gemileri bu şekilde batırmış ve içindeki askerleri olduğu gibi esir almıştı. Anlatılanlara göre onun üstün vasıfları pek çoksa da, fazla miktarda haşhaş kullanması zafını teşkil etmekte idi. Hatta ölümünün bu yüzden olduğu söylentisi vardır. Rivayete göre bir gün fazlaca haşhaş aldıktan sonra ava çıkmış, bir ceylan kovalamaya başlamış, hayvan sık ağaçlı bir yere kaçmış, o da hızla buraya dalmış ve başını bir ağaca çarparak düşüp ölmüş. Bundan sonradır ki Sultan Süleyman, Sinop'u ele gecirerek oğlu İbrahim Bey'i oraya tayin etmişti. Bunun da kendisinden önceki hükümdar gibi fazla ölçüde haşhaş aldığı söylenmektedir. Gerçekte bütün Anadolu halkı bu maddeyi kullanmakta bir sakınca görmezler. Nitekim bir gün Sinop Cami'inin kapısı önünden geçerken, ön taraftaki peykelerde oturan insanlar arasında ileri gelen askeri emirlerinde bulunduğunu gördüm. Önlerinde bir hizmetkâr elinde içi kınaya benzer bir madde dolu bir kapla durmakta ve emirler bundan kaşık kaşık alıp yemekte idiler. Kaptakinin ne olduğunu bilmeden kendilerine bakarken yanımda bulunanlara emirlerin yedikleri şeyin ne olduğunu sordum. Birisi bu maddenin haşhaş olduğunu söyledi. Sinop'ta bizi belde hâkimi beyin hem naibi, hem de hocası olan Kadı İbn. Abdurrezzak misafir etmişti. 

SİNOP HALKI BATUTAYI SINAVDAN GEÇİRİYOR.
Yöre halkı henefi mezhebine bağlıdır Şiileri hiç sevmezler. Sinop'a geldiğimiz vakit, halk bizim iki elimizi yana indirerek namaz kılmakta olduğumuzu görmüştü. Bunlar Hanefi mezhebinde bulundukları için Maliki mezhebini ve onun namaz kaidelerini bilmiyorlardı. Halbuki bu mezhepte elleri iki yana kalmak tercih olunmaktadır. Bu çevredeki insanlardan bazıları Irak ve Hicaz'ı görmüş olduklarından oralarda yaşayan şi'ilerin ellerini yanlarına bırakarak namaz kıldıklarını da biliyorlardı. Bu benzerlikle bizi şi'ilikle töhmetlediler ve bu konuda sorular sordularsa da bir türlü inandıramadık. Yüreklerinde hasıl olan şüphe devam etti durdu. Nihayet belde naibi hizmetkarıyla bize bir tavşan göndererek ona bizim tutumumuzu izlemesini tembih etmişti. Gönderilen tavşanı kestirdim, pişirerek hep birlikte yedik. Hizmetkar bunu görünce efendisine gidip olanı anlattı ve işte ancak, o zaman hakkımızda uyanan şüphe giderek, bizlere hemen ziyafetler verilmeye başlandı. Gerçekte, şi'ler tavşan eti yememektedirler. Yediğimizi görünce bizden özür dileyerek gönlümüzü aldılar.

CENAZE TÖRENLERİNDE TERS GİYİLEN ELBİSELER
Bu şehre gelişimizin dördüncü günüydü ki İbrahim Beyin annesi vefat etti. Onun cenaze törenine ben de katıldım.Bey cenazeyi başı açık ve yaya olarak takip ediyordu. Öteki beylerle kapı kulları ise hem başlarını açmışlar, hem de kaftanlarını ters giymişlerdi. Kadı ve hatip efendilerle hocalar ise elbiselerini ters giydikleri halde başlarını açmamışlar, sarıkları yerine siyah yünden yapılma bir çevre dolamışlardı. Meğer yörenin cenaze töreninin belli başlı geleneği imiş.Bu çevre halkı arasında yas, kırk gün sürmekte ve her gün sofralar kurularak ziyafetler verilmekte idi ki, bu kez de öyle yapıldı. 


Sinopluların o tarihlerde kullandıkları kıyafetler...


İBN BATUTA KİMDİR ?
Tam adı Ebu Abdullah Muhammed Bin Abdullah El-Levati Et-Tanci İbn Battuta (d. 1304 Tanca/Fas, ö. 1368/69 Fas) Ortaçağın en ünlü Arap gezgini. Hemen hemen bütün Müslüman ülkeleri, Çin ve Sumatra gibi uzak yerleri kapsayan ve 120.000 km'yi geçen gezilerini anlattığı Tuhfetü'n-Nüzzar Fi Gereibi'l-Emsal ve Acaibi'l-Estar dünyanın en ünlü seyahatnamelerindendir. Bu kitabında gittiği ülkeleri en ince ayrıntısına kadar anlatmış hatta halkın yaşayışı ve adetlerinden bile bahsetmiştir. Yani İbn Batuta seyahatnamesinde derin bir felsefe ortaya koymaksızın yaşamı olduğu gibi benimsemiş, gelecek kuşaklara kendisinin ve döneminin gerçeklere uygun bir görüntüsünü bırakmıştır. Bu seyahatnamenin bir bölümü 1971 yılında Türkçe olarak İbn Batuta Seyahatnamesi'ndin seçmeler" adıyla yayınlanmıştır. 

GAZİ ÇELEBİ : ( - ? H.1322) Sinop'ta bir hükümet kuran Pervaneoğullarının son hükümdarı Gazi Çelebi, Anadolu Selçuklularından Sultan Gıyaseddin Mesut II.'nin oğludur. Kahramanlığı ile tanınmış bir Türk beyidir. Babasının Moğollara esir düşmesi üzerine 1300 tarihinde babasının yerine geçmiştir. Asıl adının Sultan Altunbaş olduğu rivayet edilir. 1322'de ölmüştür. Türbesi Pervane Medresesi içindedir. 22 yıl hükümdarlık yapmış, oğlu olmadığından ölümünden sonra kızı bir süre babasının yerine görev yapmıştır. Bu arada Kastamonu'da hüküm süren Candaroğlu Süleyman Paşa, Sinop'taki karışıklık nedeniyle şehri 1323 tarihinde ele geçirdi. Buraya Vali olarak oğlu İbrahim Bey'i gönderdi. Ayrıca bir rivayete göre Sinop ilinde bulunan Gazi Bey kayalığı da onun isminden gelmektedir. 


Ayşe Sevim