GİRİŞ
Ordu Doğa Koruma ve Millî Parklar Şube Müdürlüğü’nce Aktuğ Oteli’nde düzenlenen çalıştay münasebetiyle biyokaçakçılık hakkında bazı hususlara ve ülke olarak hassas olmamız gereken birkaç konuya değinmek istiyorum.
Türkiye’nin iç ve dış politikasının değişmez hedefi, çağımızda siyasî, iktisadî ve beşerî alanda sağlanabilen en ileri standartları Türk Milleti’ne sunmak olmalıdır. [1]
İstikbâli, bugünden başlayarak hayal etmek ve o noktadan itibaren de hem milletimiz için hem de kendimiz için yeni, doğru ve kaliteli proje fikirleri ortaya koymak mecburiyetindeyiz. Yani gerekli olan vizyon çalışmalarını yaparak ülkemizi istikbâlde hak ettiği en üst noktaya doğru taşımak zorundayız.
Nizamülmülk Siyasetname isimli eserinde “İşi kifayetsize tevdi etmek başarısızlığa davettir. Muhterise tevdi etmek kavgaya, kifayetsiz muhterise tevdi etmek ise fitneye sebep olur” diyor.
“Türkiye imkânın sınırını görmek için imkânsızı denemek zorunda!” [2]
“Dün, bugün, gelecek kurgusu tam anlamıyla yapılmazsa, hadiselere bakışımız, çözüm önerilerimiz ve bu önerilerin hayata geçirilmesi eksik kalacaktır.” [3]
“Ülkemizde, bu millete, bu vatana, bu devlete hizmet edecek nice değerler var ki, her biri bir kûşede unutulmuştur.” [4]
“Düşündükçe kahrolduğum şey, Devletin şöyle güvenip de sırtını dayayabileceği, ölmeyi değil, yaşamayı deneyecek cesarette (zeki, hayal eden, üreten) bir kadrosunun [her sahada ve en küçük birimine kadar her yerde] olmamasıdır. [5]
“Batı, sanayi üretiminde Türkiye’ye karşılaştırmalı maliyet üstünlüğü kazandırmak istemiyor.” [6] Batının bu iradesini kırmak bizim elimizdedir. Türkiye’nin gelişmesinin önündeki her engeli aşacak tedbirleri mutlaka almalıyız.
Askerî alanda ülkelerin uluslararası siyasî gücünü kendi ürettiği silâhlar tayin eder. Başkasının ürettiği silâh ile milletlerarası seviyede güç kazanamazsınız. [7] Bu, bir bağımsızlık göstergesidir. Ülke nüfusunu doyuracak “gıdasını üretemeyen bir ülke [de asla] bağımsız olamaz.” [8]
BİYOKAÇAKÇILIK NERİR?
Türkiye’nin bitki, hayvan, tohum, sebze, meyve, ağaç gibi tabiî zenginliklerinin tespit edilmesi, millî servetlerimizin bilinmesi, takip ve tarassut altına alınması, millî ve milletlerarası seviyede çalınması, tahrip ve yok edilmesi, kaçakçılığa konu teşkil etmesi, gayri meşru istifade edilmesi gibi kanunsuz ve haksız tasarruflara mani olunması, müdahale edilmesi ve bu değerlerimizin hukuk sistemimizle korunması için kayıt altına alınması gerekir. Gayrimenkul mallarımızın kayıtları, tapu kütükleriyle ve müstenidatıyla nasıl devlet arşivlerinde muhafaza ediliyor, gelecek nesillere bırakılıyorsa diğer servetlerimizin de envanter kayıtlarının çıkartılması, takibi, değişikliklerin ve yeni keşfedilen türlerin de kayıtlara ve literatüre dâhil edilmesi gerekir. Bu zenginliğin dünyaya açılması açgözlülerin iştahını mutlaka kabartacaktır. Bu yolla yapılan kaçakçılığa “biyokaçakçılık” diyoruz.
Devlet idaresinde nadiren de olsa karşılaşabileceğimiz “kötü olan tek bir şey vardır: Yabancılara tâbi olarak önlerinde sürünmek ve barbarlığa boyun eğmek.” [9] Milletinin değerlerini yabancılara ulaştıranlar için ceza haktır. Bu ülkenin değerlerini yabancılara teslim edenler ihanet içindedirler. “Her şeyi affedin, ama vatanınıza ihanet edenleri asla affetmeyin!” [10]
“İyilerin doğru davranması için yasaya ihtiyaç yoktur. Kötüler ise yasayı çiğnemenin bir yolunu zaten bulur.” [11] Aslında “dünya hepimize yeter, fakat hırslarımıza asla!” [12]
Herkesi dostumuz yapamayacağımıza göre, düşmanlarımızla birlikte yaşamasını öğrenmeliyiz.
Çalınma ve kaçırılma endişesiyle ören yerlerinde bulunan yer altındaki değerlerimizin ve servetlerimizin toprak altında muhafazasının da bir tür politikaymış gibi bürokraside kabul gördüğünü biliyorum.
Kısa bir tarifle tabiattan yabancı canlıların ve onlara ait parçalarının yetkili makamların izni olmadan toplanması ve yurt dışına çıkartılması olarak tanımlanan “biyokaçakçılık” bütün bu kaynaklarımızın varlığı ve devamı için önemli bir tehdittir.
Türkiye’nin sahip olduğu bitki türlerinin yüzde 34’ü endemik, yani ülkemize has türlerdir.
Korunan alanların genel durumuna bakıldığında, Türkiye genelindeki korunan alan sayısı 3.049 olup, kara üzerindeki korunan alan büyüklüğü 6.315.233 hektardır.
Gıda olarak tüketilen birçok ürüne ev sahipliği yapması sebebiyle Türkiye, genetik kaynaklarını korumak ve onlara sahip çıkmak zorundadır.
Sadece bitki genetik kaynaklarının biyokaçakçılığa maruz kalışı değil, hayvan ve mikro organizma gen kaynakları da aynı ölçüde önem verilmeye ve korunmaya ihtiyaç duymaktadır. Kelebeklerimiz büyük ölçüde koleksiyonerlerin özel müzelerinin, evlerinin ve saraylarının duvarlarını süslerken, akrep ve yılan türlerimiz zehirlerinden ilâç elde etmek, böceklerimiz de aynı şekilde farklı antibiyotik türevleri üretmek için yurt dışına kaçırılmaktadır. Mikroorganizmalar ise büyük ölçüde toprak ve su örnekleri veya sporların taşınmasıyla yurt dışına çıkarılmaktadır.
Biyokaçakçılık birey sayısında azalma, popülâsyon kaybı, ekosistem dengesinin bozulması ve ekosistem tahribatına sebep olmaktadır.
NİÇİN BİYOKAÇAKÇILIK YAPILIYOR?
Biyokaçakçılığa konu olan varlıklar üzerinde yapılan “akademik” ve “eğitici” maskesi altına gizlenmiş araştırmaların birinci gayesi ticarî gelir elde etmektir. Bu tür araştırmaların sonunda ortaya çıkan buluşların patentleri çok uluslu büyük biyoteknoloji firmalarına veya genç şirketlere satılmakta ve neticesinde bu uygulamalar bu şirketler tarafından sahiplenilmekte, şahıslar da dâhil olmak üzere, firmalar diğer ülkelerin genetik kaynakları üzerinden haksız olarak milyarlarca dolar kâr elde etmektedirler.
Bu örnek, kaybettiğimiz genetik kaynakların bize yalnızca ekonomik kayıp olarak dönmesini göstermeyip, mikroorganizmaların aynı zamanda bitki ve hayvan örnekleri üzerinde ve hatta insanların da üzerinde taşınıp yurt dışına kaçırılabileceğini göstermektedir. Ayrıca, akademik çalışmalar için yetkili makamların verdiği araştırma izinlerinin ve yurt dışı bağlantılı çalışmalar için şart koşulan bazı işbirliği dokümanlarının öneminin de altını çizmektedir.
Bunların yanında, biyokaçakçılık söz konusu olduğunda geleneksel bilginin de alınıp izinsiz olarak kullanıldığı ve civar halkın tıpkı bir genetik materyal gibi nesilden nesle aktarılan teknik ve tatbikî bilgilerine el konulduğu göz ardı edilmemelidir.
Tarım, hayvancılık, balıkçılık, ormancılık, gıda, endüstri, peyzaj, tıp ve ecza sektörleri için yabanî canlılar ve onların genetik kaynakları hammadde niteliğindedir. Soğanlı bitkiler, bazı yılan ve böcek türlerinin yapılarında bulunan etken maddeler için yurt dışına izinsiz çıkarıldığı, hatta bu maddelerin çalışmaların yapıldığı ülkeler tarafından ruhsata bağlandığı bilinmektedir.
NİÇİN HUKUK SİSTEMİMİZE YENİ BİR BİYOKAÇAKÇILIK TANIMI GETİRMELİYİZ?
Geleneksel bilgiyle birlikte düşünüldüğünde, genetik kaynaklarımızdan elde edilen ürünlerin patent alınarak ilâç, tıp, tarım, gıda, kozmetik, çevre, savunma gibi çeşitli sektörlerde ancak milyonlarca dolar ödeyerek elde edebileceğimiz son ürünler olarak karşımıza çıkıyor olması biyokaçakçılığın sınırlarının ne kadar geniş olduğunun ve boyutlarının nerelere varabileceğinin bir delilidir. Bu sebeple, henüz mevzuatımızda yer almayan ve dünyanın ileri ülkelerine göre millî hukukumuzda düzenleme yapmakta çok geç kaldığımız “biyokaçakçılık” teriminin yalnızca “genetik kaynakların yurt dışına izinsiz çıkarılması” tanımının dar kalıpları içine sıkıştırılıp kalmaması ve hapsedilmemesi gerekir. Biyokaçakçılık kavramının tarifinin aynı zamanda “genetik kaynakların ve geleneksel bilginin kanunî olmayan yollardan elde edilerek ticarîleştirilmesi ve adil olmayan bir şekilde tahsisi” kavramlarını da kapsayacak bir şekilde genişletilmesi göz önünde bulundurulmalıdır.
Ülkemizin genetik kaynaklarına sahip çıkmak ve bu kaynakları milletimizin yararlanabileceği değerlere dönüştürmek için başkalarından medet ummak yerine artık kolları sıvamanın zamanı gelmiştir. Ülkemizin menfaatleri adına zararın neresinden dönülürse kârdır…
Devletlerin kendi tabiî kaynakları üzerindeki hâkimiyet ve hükümranlık hakları dikkate alındığında, genetik kaynaklara erişime kayıt getirme yetkisi de millî hükûmetlere aittir ve bu yetki o ülkenin millî mevzuatına tâbidir. [13]
BM Biyoçeşitlilik Sözleşmesi 29 Aralık 1993’de yürürlüğe girmiştir. 2010 yılında Sözleşme’nin 10. Taraflar Toplantısı’nda Genetik Kaynaklara Erişim ve Yarar Paylaşımı Hakkında Nagoya Protokolü kabul edilmiştir. 16 Nisan 2014 tarihinde Avrupa Birliği 511/2014 sayılı “Genetik Kaynaklara Erişim ve Yarar Paylaşımı Hakkında Nagoya Protokolü’ne AB’de Kullanıcıların Uyum Tedbirleri” hakkında bir düzenlemeyi onayladı.
BM Biyolojik Sözleşmesi’ne bugün itibariyle 194 devlet taraftır.
Türkiye BM Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ne taraf bir ülkedir. Sözleşme ülkemizde 14 Mayıs 1997 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Nagoya Protokolü 50. ülkenin Protokolü onaylamasından 90 gün sonra yürürlüğe girecektir. 23 Haziran 2014 tarihi itibariyle 39 ülke Protokolü onaylamıştır.
BİYOKAÇAKÇILIKLA MÜCADELEDE NELER YAPABİLİRİZ?
Biyokaçakçılığa engel olmak için uluslararası birtakım kanunlar ortaya konulmuştur. Bunlardan biri de; “Nesli Tehlike Altında Olan Yabanî Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme” (CITES) dir.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca 2013 yılında başlatılan Biyokaçakçılıkla Mücadele Projesi ile hem biyolojik çeşitliliğimizin biyokaçakçılık yoluyla istismar edilmesinin ve zarar görmesinin önlenmesi, hem de ülkemize ait genetik kaynaklardan elde edilebilecek ekonomik, sosyal, ilmî, teknolojik, tıbbî, ticarî ve kültürel potansiyel faydaların milletimizin menfaatleri için kullanılmasının sağlanması hedeflenmektedir.
Akademik seviyedeki araştırmalara kesinlikle her ülkenin kendi bitki ve hayvan türlerindeki genetik biyoçeşitliliklerini ortaya koymak için o devletin öz kaynakları ile oluşturacakları gen merkezlerindeki AR-GE laboratuarlarında yapma zorunluluğu getirilmelidir.
Biyokaçakçılık silâh ve uyuşturucu kaçakçılığından sonra dünyada en çok yer alan bir kaçakçılık türü olarak görülmektedir. [14]
 
SONUÇ
“Yapılırken heyecan duyulmayan işler başarılamaz.” [15]
Yapılan envanter çalışmasının geldiği safhayı takip ediyorum. Yaptığınız işte heyecan duymasaydınız envanter hazırlama işi akim kalırdı. Emeği geçen herkesi takdir ve tebrik ediyorum. Çok mühim bir iş başarılmıştır. “Başarı, yalan söyleme ihtiyacı duymamaktır.” [16] Başarının şahide de ihtiyacı yoktur.
“Bir şeyi bilmek yetmez; uygulamalıyız. İstemek yetmez, yapmalıyız.” [17]
Bir Afrika Atasözü “Aslanlar kendi hikâyelerini yazmadıkça, avcıların hikâyelerini dinlemek zorundayız.” diyor. Bu envanterin hazırlanmasında emeği geçenler hizmetlerini kaleme almalı ve yarınlara not düşmelidir.
Bir büyüğümüzün dediği gibi “Semere-i hayat hayırla yâd edilmektir.” [18] Ne mutlu onlara! 16 Temmuz 2018
 
 
 
Ekrem YAMAN
Ordu Vali Yardımcısı
Web: www.ekremyaman.com.tr
E-posta: [email protected]
 
[1] Abdullah GÜL, Türkiye’yi ve Dünyayı Yeniden Düşünmek, Vizyon Konuşmaları, İstanbul, Ofset Yapımevi, 2014, s. 87.
[2] Sezai KESKİN, “Topçam Barajı Üzerine Güneş Paneli,” Ordu Olay gazetesi, 19.02.2018, s. 7.
[3] Mustafa Can ÇEBİ, “Ortadoğu Denklemi 1,” Ordu Vizyon gazetesi, 02.10.2017, s. 5.
[4] Mehmet Şevket EYGİ, “5,5 Yıl Hücrede, 7,5 Yıl Hapis Çilesi,” Millî Gazete, 29.03.2009.
[5] Reşit AKDAĞ, “Her Yerde Yavşak Var,” Ordu Vizyon gazetesi, 08.09.2017, s. 3.
[6] Şinasi KARA, “Zeytindalı Harekâtı ve Ekonomi,” Karadeniz Ekonomi, 29.01.2018, s. 4.
[7] Şinasi KARA, “Ekonomik Güç, Siyasî Güç,” Ordu Yorum, 06.04.2018, s. 4.
[8] Ali Ekber YILDIRIM, “Tarımda İthalat Patladı, Bağımsızlık Tehlikede,” Ordu Yorum, 04.05.2018, s. 9.
 
[9] Wladimir BARTOL, Fedailerin Kalesi Alamut, Tarihî Roman, Çev. Atilla DİRİM, 4. Baskı, Yurt Kitap Yayın No: 92, Tarihî Romanlar Dizisi: 1, Ankara, Cantekin Matbaası, Ağustos 2004, s. 172.
[10] Hz. Ali (r.a.)
[11] Platon
[12] Gandhi
[13] BM Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’nin 15. madde hükmüne tarafımdan ilâveler yapılmıştır.
[14] Bu konuşmanın hazırlanmasında Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğü’nün Yeşilmavi isimli teknik bülteninin 2014/6 sayılı nüshasındaki biyokaçakçılıkla ilgili bütün makale, rapor ve haberlerden istifade edilmiştir.
[15] Emerson
[16] Çetin ALTAN
[17] Johann Wolfgang von Goethe
[18] İbn-ül Emin Mahmud Kemal’in bir sözü. Reşid AKDAĞ, “Allah Bes, Bâki Heves,” Ordu Vizyon gazetesi, 14.04.2017, s. 5’den iktibas.