Yerel yönetimlerde söz sahibi olan bazı kişiler, sorumlulukları altında bulunan şehirleri cazibe merkezi yapacaklarını konuşmalarında sık sık dile getirmektedirler.

Şehirlerde dönüşüm sağlanmadıkça cazibe merkezi haline getirilmesi çok zor.

Günümüzün çoğu yerel yöneticileri, bu yönetim anlayışıyla sorumlulukları altında bulunan şehirleri marka olabilecek şekle dönüştürebilmeleri neredeyse imkansız. Çünkü şehirleri markalaştırmaya yönelik ellerinde reçete bulunmamakta. Gelecek planı ve tasarımı olmayan yerel yöneticiler neyi cazip hale getirebilecekler ki!..

Farz edelim ki markalaştırdınız şehirleri. Ve de cazibe merkezi haline getirdiniz. Marka şehirleri yine böyle mi yönetmeye devam edeceksiniz!?.. Misyonu yok, vizyonu belirsiz. İlkelerini ve değerlerini ortaya koyamamış bir kadro marka şehirleri yönetebilir mi?

Seçimle işbaşına gelenlerin hemen hemen hepsi dönemlerini altyapı işleriyle (kanal açma, çukur kapatma, taş döşeme, sokaklara beton dökme) geçirdiler. 

Trafik kültürünü oluşturamadılar. Halka birlikte yaşama arzusunu benimsetemediler. Yaya kaldırımlarını, hizmet binalarını, sosyal mekanlarını erişilebilir hale getiremediler. Planlı bir şehir kuramadılar. Var olanları da dönüştüremediler. Kısacası yaşanabilir şehri bir türlü tasarlayamadılar, imar edemediler, dönüm sağlayamadılar.

Kültür, sanat ve çevre konularını gündemlerine bir türlü alamadılar. Belki de dağarcık torbalarında bulunmamasıydı gündemlerine almamaları...

Altyapıdaki gayret üstyapıda azimle sürmesi gerekirken maalesef Kaplumbağa hızıyla devam ettiriliyor. Sinemaların makinist odalarında olanlar gibi yaşananlar. Hani kasnak üzerinde bulunan filmin karesi takılır ya bir mekanizmaya. Görüntü de başlar titremeye. Film takıldığı yerden bir türlü kurtulamaz. Rulo dönmeyince gerilen film şeridi kopar tabi bir yerden. Yanlış anlaşılmasın hizmetlerde şimdilik bir kopma yok, ama görüntüde titreme olmadığı söylenemez.

Üstyapı denilince küçük şehirlerimize de artık sirayet etmiş bulunan gökdelen şeklindeki yüksek katlı binalar akla geliyor. Ne yazık ki ne kültür, ne sanat, ne de çevre geliyor akla.

Marka şehir olabilmenin yolu Medine şehri olmaktan geçiyor aslında. Medine şehri ne anlama mı geliyor? İsterseniz bunu biraz açalım.

Medine şehrinin farklı anlam ve anlatımı olmakla birlikte, bize göre özel anlamı medeniyet şehri olarak yorumlanmasıdır. Diğer bir ifadeyle, bir medeniyetin özü, özetidir.

Medeniyet şehri ise; kentin bakım ve onarımını yaparak yeniden imar etmek, insanları sosyal, ekonomik, kültürel ve ahlâkî yönden refah ve huzura kavuşturmaktır.

Sözünü ettiğimiz şehirlerin imarı tartışmaya açılmışsa, insanlarının çoğu a-sosyal ise, kültürü gelişmiyorsa, ahlakı değerlerinde erozyon başlamışsa sorarım size nasıl marka şehir olacak?!

Başka bir anlatımla; ekonomik, sosyal, kültürel ve ahlaki yönden refah ve huzura kavuşturulamamış bir şehir nasıl cazibe merkezi olacak?!

Şehirleri yaşam standartları, insanları kişilikler, toplumları kültürler, medeniyetleri ise ürettikleri değerler birbirinden ayırır.

Bu açıdan yorumladığımızda; kişilik insanı, kültür toplumu, medeniyet ise milletleri temsil eder. 
Bir insanı diğer insanlardan farklı kılan şey kişilik; bir toplumu diğer toplumlardan ayrı kılan şey kültür; bir milleti diğer milletlerden farklı kılan şey ise medeniyettir.

Hiçbir medeniyet, birden kendi kendine steril bir ortamda doğmaz. Bütün medeniyetler bir yaşanmışlığın, yaşanan bir hayat hikâyesinin ve var olan bir gerçekliğin içinde doğar, büyür, gelişir.

İnsanlarımızın bulundukları ortamda refah ve huzur içerisinde yaşamalarının sahici ve samimi davranmalarına bağlı olduğu önceden söylenmişti.

Bazı yerel yöneticilerin marka şehir oluşturma gibi vizyonları olmayabilir. Ancak şehrin insanları, Medine toplumu olmak istiyorsa sehven içlerinden çıkarttıkları kabiliyetsiz, yanlış yoldan giden ya da gitmeye müsait olanları sistem içerisinde sterilize ederek kendilerini yenilemeli, yeniden inşa etmeli, büyük medeniyetin sürekliliğini sağlamalıdırlar.