İnsanların ve milletlerin hayatlarında belirli dönüm noktaları vardır. Bu noktalar, getirisi ve götürüsüyle çok fazla etkileri olan anları ifade eder. 15 Temmuz’un Türkiye için ne anlama geldiği gibi… Milletin ortaya koyduğu iradeyi beğenmeyenlerin, kişisel çıkarları için neleri gözden çıkardıklarını, bir ülke, bir ümmet olarak çok acı bir şekilde gördük. Bunun yanında onlar, hesap yapanların üstünde o hesapları gören, bozan ve kendi takdiriyle hayatı şekillendiren Rabbimizin iradesini göz ardı etmenin nelere mal olacağını da çok ağır bir şekilde yaşadılar.
İnsanoğlu hayatında belirli planlar yapar. O planlar gerçekleşirse kendi marifeti, gerçekleşmezse eksikliği başkalarında arayan bir yol takip eder. Maalesef bugün Müslümanlar açısından da durum böyledir. Her şeyin Allah’ın takdirinde olduğunu, onun ötesinde bir şeyin olamayacağını sadece dille söyler ancak fiiliyatta aksi yönlü çabalar gösteririz. Kapalı kapılar ardında planlar yapanlar, Rabbimizin bu iradesini hiç hesaba katmadıkları için bugün başarısız olmuşlardır.
Allah’ın takdiri, farklı yollarla gerçekleşir. Kimi zaman sellerle, kimi zaman depremlerle kimi zaman rüzgârlarla kimi zaman ummadığınız yollarla vs. Eğer bugün yapılmak istenilen darbe gerçekleşmemişse buradaki en büyük amil, milletimizin topyekûn sokaklara dökülmesidir. Milletimizin sokaklara dökülmesi, Rabbimizin takdirinin bir tecellisidir. İnsanlara sokağa çıkma hissi, duygusu ve iradesini veren de O değil midir? Ol deyince olduran Rabbimiz, darbe yapmak isteyenlerin heveslerini bu şekilde akamete uğratmıştır. Çünkü ülkemiz, herhangi bir ülke değil, İslam coğrafyasının son umududur. Adeta son kaledir. Eğer Müslümanların son kalesi de düşerse, mazlumlara yardım eden, himaye eden, gözeten, onların halleriyle hallenen bir otorite ortadan kalkmış olacaktır. İslam düşmanlarının da istedikleri bu değil midir? Darbe yapmak isteyen cemaat müsveddesinin aslında kimlerin figüranı olduğu buradan da ortaya çıkmıyor mu?
İslam’ı düşünceyi perde önünde tutan, ancak şahsi menfaatleri önceleyen bir yapının, şeytanın peşinden gittiğinde kendini nerelerde bulabileceği bir kez daha görülmüştür. Milletin iradesinin tecelli ettiği meclisi bombalayacak kadar gözü dönen, insanları darbeye karşı çıktıkları için tanklarla ezen ve kurşuna dizen bir anlayışın hangi İslami ilkeyle alakası olabilir. Bunlar olsa olsa şeytanın askerleri olabilirler. Bugün eğer birileri hala bu anlayışın peşinden gidiyorsa, öldürülen 161 kişinin ve yaralanan 1400 insanın vebali üzerlerindedir. Hiçbir zaman yanlış üstüne doğrular bina edilmez. İslam Hukuku’nun değişmez kaidelerinden birisi de, “Fasit temel üzerine bina edilen şeyler her ne kadar doğru olsa da o da yanlış üzerinde durduğu için fasittir”. Dini kisveye bürünmüş bu menfaat çetesini Rabbim her daim rezil etsin. Bir gecede ülkenin kaderine nasıl cüretkâr bir şekilde ve hiçbir kutsalı gözetmeden saldıracak kadar sapkın olduklarını müşahede ettik.
Bir Müslüman için bugün yaşananlar tarihsel boyutuyla tanıdık hallerdir. Yaşanılan olumsuzluklar karşısında bir Müslümanın, korkmadan, ümitsizliğe kapılmadan, inandığı yolda emin adımla yürümesi gerekir. Geçmiş ümmetlerde, Peygamberleri öldürmeye çalışanların, dünyevi menfaatleri uğruna Allah’ın mesajlarını göz ardı edenlerin yaşattıkları da farklı değildir. Hz. Peygamber’in hayatında da benzer durumlar söz konusudur. Tebük’te taşlanan, Mekke’den çıkarılan, evinde öldürülmek istenilen, Uhut’ta ve Huneyn’de tek başına kaldığında bile inandığı yolda dimdik duran bir Peygamber’in ümmeti olarak bizlerin ümitsizlik batağına düşmemesi gerekir. Bugünlerin benzerleriyle hayatımızın her safhasında karşılaşmak mümkündür. Unutmayalım, inanıyorsak, üzülmeye, gevşemeye ve ümitsizliğe düşmeden doğru bildiğimiz hak yolda yürümeye emin adımlarla devam etmeliyiz. Rabbim, kendi yolunda samimi olarak yürüyenlerin her daim yardımcısı olsun.