İnsanlık âlemi, miladi 5. yüzyılda İslam ile şereflenmeden önce koyu bir cehalet karanlığının içine gömülmüştü. Öylesine karanlık bir devir ki, cemiyetin maruz kaldığı ahlaki çöküntü ve yaşanan sefalet insanı insan olmaktan çıkarıp adeta canavar haline getirmişti. İstiklal Marşı şairimiz o feci manzarayı ne güzel tasvir etmiştir.
          Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta.
          Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi. 
          İşte İslam’dan önce insanlığın yaşadığı bu karanlık asır, İslam tarihinde cehalet devri olarak anılmış ve telin edilmiştir. Cehalet: İlimsizliği, bilgisizliği, hak ve hakikatten uzak oluşu simgelemektedir. Bütün bir beşeriyeti kucaklayan, İslam dini, insanlığı kurtarma harekâtına bu hassas noktadan başlamış, cehalet yüzünden harap olan beşeriyeti, yeni baştan imar ve inşa edebilmek için, insanlığa gönderdiği yüce Peygamberine ilk talimatı bu istikamette vermiş ve buyurmuştur ki,’’ Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak” dan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir’’.(1)
          Gördüğünüz gibi İslam, evvelki emrinde cehaletin karanlığından beşeriyeti kurtarabilmenin reçetesini veriyor. İlk mesajını besmele ile okuma, besmele ile öğrenme ve öğretme ve ilmin simgesi olan kalem üzerinde merkezleştiriyor. İlmin temel unsurlarını, çok açık bir şekilde vurguluyor ve gözler önüne seriyor. Hayatın temellerini, besmele ile bereketlendirmiş bir ilimle takviye ediyor.
Kalem bir semboldür.Hem bilginin kayıt altına alınması,hemde öğrenme araçlarını simgeler.Daha ilk inen vahiy le sözlü kültürden yazılı kültüre geç işaretini alan peygamber Efendimiz (s.a.v) mesajı aldığını Kur'an-ı Kerimi yazdırarak ortaya koyacaktır.Kalem yazamayı temsil eder.Yazı ise bilgiyi kayda alıp ,bu kayda kalemi,kağıdı,,eli,zamanı,mekanı,okuyan ve okuyacak olan her insanı şahit tutmaktır.Söz uçucu yazı kalıcıdır.Onun demişlerdir ki;ilim avlamak,yazı ise avı bağlamaktır.
            Değerli Dostlar!
            Yüce kitabımız, ilmi teşvik ederek başlarken, yüce Peygamberimizin ilmin fazileti ile alakalı buyurdukları hakikatler, eşsiz ve benzersizdir. Ve hatta kâinat çapındadır.
Resulüllah (s.a.v) Efendimiz buyurmuşlardır ki;
“İlim tahsil etmek kadın-erkek her müslümana farzdır”(2)
 “Mahşerde âlimlerin mürekkebi, şehitlerin kanlarıyla muvazene edilir (tartılır)”(3)
“Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, ilim talibinin yaptığından memnun olduklarından kanatlarını onun (üzerine) koyarlar. Semâvat ve arzda olanlar, hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid (ibâdet eden) üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, onlar ilmi miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir.”(4)
“İlim tahsil eden bu hâlde iken eceli gelirse, şehid olarak vefat eder”(5)
          Yukarıda meallerini arz etmeye çalıştığım Hadisi Şerifler, İslam’ın ilme verdiği değeri bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. “İlim mü’minin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alsın”(6) buyuran Peygamberimiz (s.a.v)’in bu mesajını emir telakki eden Müslüman âlimler mum ışığında ölmez eserler yazmışlar, isimlerini insanlık tarihine altın harflerle yazdırmışlardır. İmam-ı azamlar, İmam-ı Şafiler, İmam-ı Rabbaniler, İmam-ı Gazaliler,  Fahrüddîn-i Razîler,Said-i Nursiler ve daha niceleri, bu bereketli kaynaktan nasip alarak insanlığa hizmet etmişlerdir. İslamın ilme ve irfana verdiği bu değer ve âlime bahşettiği o yüce rütbe sebebiyle Müslümanların tarih boyunca ilmi sahada seferberlik ilan etmelerine vesile olmuş, İslam henüz Medine döneminde iken Müslümanların elde ettikleri savaş esirlerini, kendi çocuklarına okuma-yazma öğretme karşılığında serbest bırakma yoluna gitmişlerdir.(7)
           Bir süre sonra eski Yunan, Roma ve Hint medeniyetine ait klasik eserlerin tercümesini yapmışlar, bu eserleri en ince teferruatına kadar incelemişler, çeşitli yorumlar getirmişlerdir. İçinde bulundukları kâinatı, anlamaya yönelmişler, gayet orijinal buluşlar yapmışlar, farklı yaklaşım ve met odlar geliştirmişlerdir. Neticede göz kamaştırıcı bir İslam medeniyeti ortaya çıkmış ve bu medeniyet, Avrupada Rönesans’a, zemin hazırlamıştır. İslam’ın, mensuplarını ilme ne derecede teşvik ettiğini böylece anlattıktan sonra birazda İslam’ın klasik döneminde yetişen âlimler ve onların ortaya koydukları harika buluş ve kanunlardan çok özel bir şekilde bahsedelim.
             12. yy. yaşamış ve aslen Türk olan, El Cezerî sibernetik ilminin babasıdır. Otomatik olarak çalışan aletleri tarihte ilk kez o yapmıştır. İnsanlarda ve makinelerde bilgi alış verişi, bunların kontrolü ve denge unsurlarını incelemiş, böylece insanlığın hizmetine sunulmuş bulunan elektronik beyinler ve çeşitli otomasyon sistemlerinin yapılmasına öncülük etmiştir. El Cezerî, arılar gibi çalışarak göz kamaştırıcı bir İslam medeniyetinin ortaya çıkmasını temin eden binlerce değerli İslam âliminden birisidir. Bunun gibi, mesela İbn-i Haysem 10. asırda ışığın kırılma kanunlarını bularak Arşimetten sonra Fizikte ilk kez bir kanun ortaya koyma şerefine sahip olan kişidir. El-Harezmi 8. asırda cebir işlemlerini Matematiğe uyarlayarak Analitik Geometrinin yüksek Matematiğin ve klasik Matematiğin gelişmesine öncü rol oynamıştır. Böylece sanayi devrimine giden yolu açan büyük bilgin ünvanını alıyor. İbn el-Nefis küçük kan dolaşımını tanımlayarak, tıp tarihinin en büyük keşiflerini yapmıştır. Ebu Musa Câbir bin Hayyan 8.ve 9. asırda modern Kimyanın öncüsüdür. Büyük hekim İbn-i Sina’nın 9. ve 10. asırda yazdığı eserler yüzyıllarca Avrupa Üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Ahmed El-Buruni büyük bir tıp, fizik, matematik astronomi âlimi olup, yer kürenin çapını hesaplamıştır. İbn-i Rüşdün Felsefe ve tıp alanındaki eserleri Avrupa’da ders kitabı olarak kabul görmüştür. Farabi de Aristo’nun eserlerinin izahını yapmış ve aynı zamanda eleştirilerde bulunmuştur. İsimlerini sayamadığım daha nice ilim sahipleri yetişmiş ve insanlığa hizmet etmiştir.
             Gelin görün ki, aşağılık duygusuna kapılıp, gözü Batıdan başka bir şey görmeyen bazı zavallılar, şuursuz bir şekilde geçmişini inkâr etmiştir. Tarihin ilk düzenli ilim müessesini, ilk Üniversitesini bizim ecdadımız kurmuştur. Osmanlı tarihinde en parlak asırları, yükseliş devirleri, ilim ve ulemaya en yüksek değerin verildiği devirler idi. O parlak asırlarda, ilim ve ulema en ön planda yer almıştır. Gerileme devirlerine baktığımız zamanda ise görüyoruz ki ilim ve ulema geri plana itilmiş, ilme ve âlime layık olduğu değer verilmemiştir. Yavuz Sultan Selim Han’ın devrinde, büyük âlim Kemal Paşa Zadenin atı’nın ayağından, Cihan Padişahı’nın kaftanına çamur sıçradığı zaman, üzülme hocam, ulemanın ayağından sıçrayan çamur bizim için şereftir diyor ve o kaftanı ile kabre konulmasını vasiyet ediyordu. Çağ açıp çağ kapayan büyük Türk Hakanı, Fatih Sultan Mehmet ise, medresenin önünde talebenin ayakkabılarından dökülen tozları toplayıp kabri’nin o topraklarla örtülmesini vasiyet etmiştir.
               Değerli Dostlar!
               Eğer ilim sahasında bu dinamizmi devam ettirebilse idik, bu gün İslam âlemi, süper güç idi. Ama ne yazık ki, bilgi çağına hazırlanan insanlık ailesi içinde, bizim yerimiz İslam’ın işaretlediği yerin çok aşağısındadır. Şu acı tespitime lütfen müsaade edin. Bir memleket düşününüz ki o memleketin gençliği ecdadından intikal eden milyonlarca ciltlik eserlerin sergilendiği kütüphanelere gidecek, bir tanesini bile okuyamadan geri dönecek.Bu memleket ne yazık ki, böyle acı bir tablo arz etmektedir. Bu açmazdan kurtulmanın çarelerini arar bulur ve bu tarihi ayıptan inşallah kendimizi kurtarırız.2012–2013 eğitim-öğretim yılının çocuklarımıza,talebe kardeşlerimize ve herkese başarı getirmesi dileği ile…
1- Alak Süresi-96/1,2,3,4,5,
2- Mukaddime,15-11-1395
3- Cami’ul- Beyan,ilim,33
4- Ebû Dâvud, Tirmizî, İbni Mâce
5- Bezzar, Taberani
6- Tirmizi,İlim,19-2688
7- Peygamberimizin Hayatı –DİB Yayınları Shf.124 İrfan YÜCEL