Ülkemizin bir çok farklı coğrafyasında kırsal alanı tanıma fırsatı buldum. Iğdır’dan başlamak üzere tüm Kuzey Anadolu coğrafyasını yakından tanıma şansım oldu. Ülkemizin sanayi bölgesi Marmara Bölgesine en çok göç veren alanları Kuzey Anadolu coğrafyasında yer alan illerimiz.

 

Iğdır, Ardahan, Kars, Ağrı, Erzurum, Artvin, Gümüşhane, Erzurum, Bayburt, Gümüşhane, Giresun, Ordu, Tokat, Sivas, Erzincan, Amasya, Rize, Trabzon, Samsun, Sinop, Kastamonu, Karabük, Zonguldak, Bartın,Bolu vd.

 

Köyden kente göçle birlikte ciddi bir nüfus artışı yaşayan şehirlerimizin aksine özellikle zikrettiğimiz illerin köylerinde ciddi bir nüfus erimesi meydana geldi. Köylerin ortalama yaşı gitgide arttı. Araziler ekilmez, meralarda hayvanlar otlamaz oldu. Et krizlerinin, ot krizlerinin ardında kuraklıktan fazla bu gerçek oldu.Köylerde neredeyse gençlerden kimsecikler yoktu.

 

Hatta bir tabire göre köylerde “mezar kazacak adam” kalmadı.

 

Orta ve Batı Avrupa ülkelerinde bir çok köyü gezip inceleme fırsatım oldu. Sanayiye erken geçişleri, şehirleşmenin erken olması,  miras hukukunun arazilerin, çiftliklerin bölünmesine cevaz vermemesi, köylerin sadece tarım değil aynı zamanda sanayi ve lojistik merkezleri olması, turizm alt yapısının köylerde yaygın bir şekilde olmasından dolayı Avrupa’da köyleri gittiğinizde adeta kartpostal izliyormuş sanırsınız.  Her biri en güzel romandan çıkıp karşınızda duran köy tasvirleri gibidir. Gözünüze batan hiçbir şey yoktur. Köyde yaşayanlar tarımla birlikte ciddi anlamda turizmden de gelir ediyorlar. Olabildiğince düzenli yapılaşma, göze batmayan yapılar, tamamen geleneksel mimarinin yaşatılması ve korunması, gözle görülür bir temizlik, sessizlik. Tam yaşanacak yer demeniz şaşırtıcı olmaz.

 

Biz ülkemizde geçmişi koruyamadık. Köylerimizde geleneksel mimariyle yapılan ahşap evlerimizi,taş evlerimizi yıkıp yerine çirkin betonarmeleri çoktan kondurmaya başladık. Bir dağ köyünde çift daire üzerine kurulmuş  5 katlı apartmanlara da rastlarsınız ve şaşırırsınız.

 

Buraya neden böyle bir ev yapılmış sorusunun cevabını aradığınızda karşınıza “Evi yok diye sevdiği kızı alamayan bir adamın hikayesi” gibi ilginç bir sonuç çıkabilir.

 

Göç edenlerin önemli bir kısmı arazilerini satarak köylerini terk etti. Bir eşek parasına satılan nice tarlalar oldu. Başta taşı toprağı altın şehir olmak üzere göç edenlerin önemli bir kısmı arazilerini satmak zorunda kaldılar.

 

Şimdi aradan uzun yıllar geçti, millette memleket özlemi yoğun bir şekilde başladı. Belli ekonomik düzeye ulaşan insanlar köylerine en azından yazlık amaçlı kullanacakları evler yapmak istiyorlar. Bir çok insanda bu hayalini gerçekleştiriyor, köylerine evlerini yapıyor.

 

Burada iki türlü sorun karşımıza çıkıyor. Bir köylerimizde çirkin bir plansız yapılaşma, ikincisi ise göç ederken yerini yurdunu sattığı için ev yapacak yer bulamayanlar. Parayla dahi satılık arsa olmayan çok köy var.

 

Bence “devlet eli” özellikle bu çok göç veren illerimizde devreye girmeli, köylerde gurbetten geleceklerin ev yapabileceği arsa altyapısını oluşturmalıdır. Sadece arsa teminiyle kalmamalı bu hizmet geleneksel mimariye uygun, ilerde turizm değeri taşıyacak, turizm altyapısına dönüşebilecek tip projeler de çizilmeli. Geleneksel mimariye göre gurbetten gelenlerin yeniden inşa etmeye başladıkları planlı evlerde gurbetçilerimiz yaşarken, altyapısı düzgün, turizm gelirine doğru yelken açmış köylerimiz olur.

 

Bu arsalar ve projeler bedelsiz olarak geleneksel mimariye uygun olarak çizilmiş tip projeye uygun inşaat yapma karşılığında tahsis edilebilirse demografik ve ekonomik anlamda küçük şehirlerde hızlı bir hareketlenme olacağını, köye “emeklilerin dönüşünün” gerçekleşeceğini  düşünüyorum.