Fatiha süresinde, bize kıldığımız namazların her rekâtında tekrarlatılan tevhidi bir ilke vardır. O’da şudur.(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.[1]Yani, yardım edenin gerçekte sadece Allah olduğunu bilenler ve duanın kıblesini Allah’a çevirenler sadece Allah’tan yardım isterler. Onun için bizler kulluğumuzu kime hasrediyorsak, yardımı da ancak O’ndan talep ediyoruz.

İnsanca var olmak, dua etmektir. Onun için Kur’an-ı Kerim şöyle söyler,(Ey Muhammed!) De ki: "Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!’’[2] Bu ayete bakarak diyebiliriz ki: İnsan, dua etmek için yaratıldı. İnsanın Allah karşısındaki esas duruşu, dua halidir. Namaz anlamına gelen ’salât’,aynı zamanda ’dua’ demektir. Hayatın namazla donatılması, hayatın beş kez dua ile donatılmasıdır. Günün eklem yerlerine duanın yerleştirilmesidir. Dua, sadece insanın Allah karşısındaki aczi yetini ifade etmez, aynı zamanda diğer mahlûkat karşısındaki izzetini de ifade eder. Çünkü dua ‘istemek’ tir.Ne isteyeceğini bilmeyen,dua edemez.İrade ve idrak sahibi olmayan ne istediğini bilemez. İstemek, meşietten pay almaktır. İstemek, şuur sahibi olmaktır. İstemek insan olmaktır. Ve dua bu yüzden bir ayrıcalıktır.

Haddini bilen dua eder. Çünkü haddini bilen yetersizliğini bilir. Haddini bilen rabbini bilir. Haddini bilen insan, kulluğunu bilir. Kulluğun en güzel ifadesi duadır. Duanın zamanı ve mekânı yoktur. Her hal ve şartta dua edilir.

Allah Resulü (s.a.v) ‘’Dua ibadetin (iliği) özü’’ [3] olarak vasıflandırmıştır. İbadetler, aslın da duanın çeşitli halleridirler. Zekât ibadeti servetle dua, oruç ibadeti bedenle dua, cihad ibadeti canla dua, iyiliği emir kötülükten nehiy ibadeti lisanla dua, ilim ibadeti zihinle duadır. Kur’an’ın hayatımızın her halini ve anını dua ile donatması, duanın Kur’an’a ve dine dayalı dindarlığın merkezinde yer alması, İslam’ın inşa ettiği Allah tasavvurunun bir neticesidir. Çünkü bu Allah tasavvuru ’uzak’ değil,’yakın’,hatta ‘’şah damarından daha yakın’’ bir Allah inancıdır. Allah tasavvurları yamuk olan Mekke müşriklerini dua ederken görüyoruz. Aslında onları putlara taptıran hangi tasavvursa, dua etmekten uzak tutan da aynı tasavvurdu. İşte Allah’ın ’yakın’ olduğu- nu beyan eden şu ayet, bu tasavvuru yerle bir eder.’’Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.’’[4]Bu ayet sadece duayı talim etmez, aynı zamanda duanın gerekçesini de ele verir. Aynı zamanda, ’uzak’ Allah tasavvurunun özünde kişinin kendisinden uzaklaşmasının yattığını ima eder. Kulun şah damarından yakın olanı fark etmesi için kendine gelmesi, özüne dönmesi, içine yönelmesi gerekir.

Duayı ellerimizle yaparız. Çünkü her şeyi ellerimizle işleriz. Ellerimiz, Allah’ın yarattığı bir çift fiziki duadır. Onlarla işlediğimiz her şey, duamızın parçasıdır. Dua ederken kaldır- dığımız ellerimizle, aslında ’Ya rabbi! Bu ellerimle yaptım’ demiş oluruz.’Ya Rabbi! Elimden geleni yaptım, gelmeyen konusunda sana sığınıyorum’ demiş oluruz.’Ya Rabbi! Ellerim bana yetmedi! Tut ellerimi, bırakma beni’ demiş oluruz.

Hutbemi Hz. Ali (k.v) Efendimizin duasıyla bitiriyorum. Allahım! Senin bana rab olman, bana övünç olarak yeter. Allahım! Sana kul olmak bana şeref olarak yeter. Sen tam benim istediğim gibi ilahsın. Sende beni istediğin gibi bir kulun eyle. (amin)

[1]-Fatiha Süresi 1/5
[2]-Furkan Süresi 25/77
[3]-İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve şerhi, dua 1. Bab
[4]-Bakara Süresi 2/186