İnsanlık tarihi boyunca, titizlikle  tarif edildiği halde en çok istismar edilerek anlamı özünden uzaklaştırılan kavram ‘Din’ olmuştur.Din, hayatı var edenine bağlayarak yaşamı düzenleyen bir sistem biçiminde teklif edildiği halde, hedeflerini din üzerinden gerçekleştirmeye çalışan çıkar grupları ısrarla Din’i hayatın dışına çekilmiş kutsallar bütünü halinde takdim etmişlerdir.Dinin  bulunması gereken orjinden uzaklaşmasıyla, ibadetlerin kutsal güç tarafından sorgulanamaz şekilde emredilen bir eylem haline dönüşmesi kaçınılmaz olmuştur.
         Dinin kelime olarak çıkışı itibari ile kastettiği anlam bütünlüğünü günümüz insanı kavramakta zorluk çekmektedir.Bu bağlamda modern insan içi boşaltılan ibadetlerin asıl maksatlarını sorgulayamamakta ve maksadına uygun şekilde ifa edememektedir.Oysa Din; insanın bazı gerçekleri kavramakta ve kriterleri belirlemekte yeterli olmadığından hareketle, Allahın rahmeti sonucu insana, tenezzül ederek  elde edebileceği en sahici yaşamı bir sistem halinde teklif etmesidir.Yine  ibadetler de dinin insanlara teklif ettiği sistemin oturması, işlemesi için yerine getirilmesi gereken kah sorumluluklar kah zorunluluklar olup kişisel ve toplumsal eğitim paradigmalarıdır.Hiç bir emir ve yasak Allahın otoritesine dayanarak konulmuş keyfi  kurallar değildir.Bütün emir ve yasaklar, sistemin insanları nihai, gerçek başarıya kavuşturması için işlemesini temin eden bir gayeye matuftur.Bu gayenin varlığı açısından gerçek bir anlam erozyonu yaşayan temel ibadetlerden birisi de ‘Oruç’tur.
         Oruç,  insanlığın ruhunu kemirdiği, mutluluk ve tatmin anlayışını daralttığı bir dönemde  İslamın, dünyeviliğe karşı düzenlediği manifestodur.Oruç ile verilen mesajın içeriği, hayatın elimizin altındakilerden ibaret olmadığı, sahiplik hırsımızı kamçılayan elde etme tutkusunun bize arzu ettiklerimizi veremeyeceği üzerine kuruludur.Yine elde etmeye çalışılan gerçek hedef huzur, itminan ve başarı ise bunun yolu, yeri geldiğinde sahip olduklarından vazgeçebilme, arzu edilen yönün tersine gidebilme iradesi ile mümkündür.İnsan dışında hiçbir canlının oruç tutmama nedeni, onların  yiyip içerek hayatta kalmalarının elde edebilecekleri en büyük başarıları olduğu gerçeği ile ilintilidir.Oysa insan, yapısı itibariyle ne elde ederse etsin cevabını veremediği sorular olduğu müddetçe yüreğinde hep bir boşluk barındıracaktır.İşte oruç, kavramakta zorlandığı bu noktada insana, gidilecek yönü, takib edilecek kılavuzu gösterir.Gün boyunca yemeye içmeye, cinselliğe karşı koyarak arzu ve isteklerine tabi olmadığını, eğer biri birisine tabi olacaksa arzu ve isteklerinin insanın özünü oluşturan iradeye tabi olmasının tatbikidir Oruç.Oruçlu mükafatını da  hiçbir yiyecek ve içeceğin, hiçbir tat ve lezzetin veremeyeceği iftarda cennet sofrası olarak alır.
       Oruç, kişinin hikmet arayışı olup özgürlük yürüyüşüdür.Cari yaşam içerisinde alışkanlıklar sonucu kaybettiğimiz farkındalıklarımızı tekrar kazanabilme tarzıdır.’’Tatlısız yemek yiyemem, yağsız salata olur mu?’’ diyen nefsani duygularımıza, bunların hiç biri olmadan da olur mesajı vererek, nefsimizin bizi ne kadar gereksiz şeylerle meşgul ve mahkum ettiğini gösterir Oruç.O bize, meşguliyetimizin kendisi olduğunu zannettiğimiz varlığımızın dışına çekerek, eğreti  bakışla gözükmeyeni görmeyi öğreten mektebdir.Gündelik hayat içerisinde eylemlerimizin büyük bölümünü düşünmeden adet ve alışkanlıklar üzerine gerçekleştiririz.Hayatın içerisinde yapılan bu manevra değişikliği bizi bütün eylemlerimizi sorgulamaya sevkeder.Nihayetinde farklı pencerelerden bakabilmeyi, düşünsel zenginliği ve olaylara derinlikli yaklaşma becerisini kazandırır.Bu becerinin  en temel katkısı ise insana bilgiyi nasıl üreteceğini göstermesidir.Bilgi üretmeyi öğrenen birey, bilinçli yaşamaya adım atarak gerek iç saiklere ve  gerekse  dışarıdaki ruhbanlara payanda olmaktan kurtulup Allahın  olmasını istediği kişiliğe ermeye yönelir.
      Oruç,  insana mahzenine inip cevherini gözlemlemesini, derin denizlere dalıp inci aramasını öğretir.Sahibi olduğu veya kendisi şeklinde tanımladığı her şeyin sevk ve idare edilebilir hassalar olduğunu gösterir.Bu görüş onu kaçınılmaz olarak, ‘’bunlar yönetilebilir ise yöneten gerçekliğime  nasıl ulaşabilirim?’’ sorgusuna muhatab eder.Girilen güzergahta yapılan muhakeme kişiyi ‘akıl etme’  sırrını sunan zinde bir zihnin sahibi yapar.
      Oruçla kişi ilgisini, görünen kısmından eksilterek, görünmeyen tarafına yöneltir.Böylece kişi varlığına ait farklılıkları çerçevesinde denge arayışına dahil olur.Sahibi olduğu Saikler ortamında oluşturacağa vasat onu feraset ve basiret sahibi kılar.
       Oruç kişiyi tefekkür boyutunda zenginleştirerek soyut düşünmeye sevkeder.Eşyanın oluşumu çerçevesinde nedenselliklerin etkin bir unsur olduğunu ancak bu oluşumun bu nedenlerle kayıtlı olmadığını öğretir.Güç ve kuvvetin gerçekliğinin varolandan öte aşkın ile örtüştüğünü vazeder.Başarıya  somutlarla, sayılarla değil tutkularla erilebileceğini izah eder.
          Nihayet oruç bize gözlerimizin ötesinde bir ışık, kulaklarımızın ulaşamadığı bir ses, algılarımızın eremediği derinlik ikram eder.Alarak değil vererek, sahib olarak değil bahşederek, menfaat için değil karşılıksız severek, cezalandırarak değil affederek, şaşırılmış sarhoş ölçüsüzlüklerle değil hak ve hikmetle elde edilecek anlamlı yaşamın, olası akşamında kurulacak cennet sofralarına bizi davet eder.Kulağımıza yaşamın değerli olduğunu ancak ondan da vazgeçilebilecek değerler olduğunu fısıldar.
          Cenab-ı Allah bizi o değerleri yaşayan yalnızların safına dahil etsin.Oruca dair bu bilinçle ihya edilecek bir ramazan dileği ile…