Ulaşılan her sonuç bir oluşum sürecine tabidir.Hiç bir şey birden bire olmaz.Elde edilen sonucun üstü kazındığında karşımıza, o sonucu devşiren sebepler silsilesi çıkar.Bu temel ilkeden hareket edildiğinde millet olarak yaşadığımız zilletin nedeni birkaç yüzyıllık gelişmeler olmadığı gibi, muktedir medeniyetlerin görünürdeki başarısı da kısa sürelere atfedilecek bir olgu değildir.
                  Batının toplumsal yaşamı incelendiğinde cinnet şeklinde nitelendirilebilecek buhranların çok uzun dönemleri kapsadığını görürüz.İnsanları aydınlığa taşımak için gönderilen dinlerin zalimlerin elini güçlendiren mesnetlere nasıl dönüştüğünü bize en iyi anlatan örnekliğe Batı tarihinde rastlarız.Kötülüğü malum boyutta yaşayıpta, iyiliğin aynı boyutta sahte tanımlarına ne yazık ki batı tarihinde şahit oluruz.Toplum olarak zulmün her nevini iliklerine kadar hissedecek biçimde yaşayan bu insanlar, kutlu addedilebilecek bir dönüşümü gerçekleştirip, insanlığa iyiliğin egemen olduğu bir medeniyeti hediye edebilirlerdi.Üzücüdür ki içinde yaşadığımız yüzyılda baskın bir yaşam biçimi olarak kabul edilen batı medeniyetinin insanlığa getirisi, sofistike kötülüklerin sinsi, ikiyüzlü biçimde yayılmasına imkan tanıyan ortam sağlama şeklinde gerçekleşti.Bu maskara medeniyet anlayışının geldiği noktada ürettiği problemlerin neden sonuç ilişkileri sadece batının sorunu olmayıp, insanı ve insanlığı, adaleti ve zulmü evrensel boyutta sahici biçimde dert edinen bütün haniflerin ve muvahhidlerin sorunudur.Zira geriye bakıldığında iki bin yıllık zaman dilimi içerisinde Adem’in çocuklarının kayıpları, kazanımları, savruluşları, yozlaşmaları ve çürümelerine ilişkin yol gösterici kılınacak yaşanmış tecrübelerinden hissemize düştüğü kadarı ile mirasçıları olacağamız bu bilgi, geleceğimize dair kah önümüzü göreceğimiz ışık, kah aşmayı başaramadığımız engeller için atlama taşı olacak.
                 Her yozlaşmanın ve bozulmanın damarlarına kan veren kırılma noktaları vardır.Kanaatimce, Batı medeniyetinin bugünkü konuma gelmesine neden olan kırılma noktasını, tevhid akidesini bir karara bağlamak için gerçekleştirdiği İznik Konsilinde aldığı kararlar oluşturur.Bu toplantıda Hıristiyan aleminin konuşacak sözü olan bütün din adamları Allah ve Resul tasavvurlarını hangi esaslar üzerine oturtacakları problemini çözmek üzere bir araya gelmiş, günlerce ateşli konuşmalar yaparak tartışmışlar ve neticede, din anlayışlarının omurgasını oluşturacak esası, ‘Teslis’’ anlayışını akideleştirerek tayin etmişlerdir.Hıristiyan aleminin Peygamber ve Allah tasavvurunu belirlemesinde, geçmiş pagan anlayışların etkisini kıramaması, sapkınlık ve bozulma sonucu oluşan mitolojilerinde saklı, güce dayalı yaşam tasavvurlarından uzaklaşamaması, ruhbanların, dini kendi isteklerini dayatacağa bir iktidar alanı olarak görmesi gibi nedenler etkili oldu.Tevhidi Resullerin geliş biçimine uygun olarak tanımlayan, Allahı Bir olarak kabul eden bir avuç muvahhid rahip ve azizlerin gayretleri, sonucun çoğunluk esasına dayalı oylama biçimiyle belirleneceğinin kabul edilmesi ile boşa çıkarıldı.Böylece İznik konsili ile insanlık tarihinin, ruhunu küfrün ellerine teslim ettiği, zulüm üretecek, toplu intihara sürükleyecek en büyük işbirliği gerçekleşti.Batının medeniyet tarihi içerisindeki köklü kırılma ile gerçekleştirdiği sapmanın tesviye ettiği bu alan, kendi insanının gördüğü zulmu, yoksulluğu, köleliği, ayrımcılığı, sömürüyü, efendiliği ve nitekim yaşadığı çürüme ve bozulmaların zorunlu kıldığı Rönesans ve Reform hareketlerini müteakiben , aydınlanmanın, sanayi devriminin, modernizmin velhasıl zulmün neşet ettiği, serpilip, büyüdüğü boy attığı alandır.
                 Batının iki bin yıllık medeniyet tarihini bu kadar kısa özetlemek ile elde etmek istediğim sonuç, tarihi süreç içerisinde aldığı her kararı kendi yaşam biçiminin egemenlerine yenik düşecek şekilde gerçekleştirmesidir.Batı hiç bir dönem ‘la ilahe’ diyerek kendisine reset atıp doğru bir din tanımı ile tarif edilecek yaşam biçimi arayışına girmedi.Hiç bir dönem ‘İnsan nedir?’ sorusunu olması gerektiği şekilde cevap vermeye yeltenmedi.Hayatın kutrunu belirleyen bu temel ögelerin, bulunduğu yerlerden uzak tanımlamalara tabi tutulması, Batının kendi insanı ile birlikte insanlığın da sürüklendiği sahte medeniyetlerin yaşam alanlarını oluşturdu.Her bunalım dönemi beraberinde adaletin, sulh ve selametin muştusunu taşır.Eğer batı medeniyeti, İznik konsilinden beri gücü ve güçlülüğü, adalete, Hakkaniyete dayandırarak yaşamı iki kutuplu kabul edebilseydi, egemenlerinin kendi konumlarını kaybetme korkusuna son vererek temel tanımları olması gerektiği şekilde yapma cesareti gösterebilseydi bugün insanlığın özlemleri de kaygıları da çok farklı olacaktı.Günümüz itibariyle Batı kendi elleriyle elde ettiği yaşam biçimi içerisinde çürüme ve tükeniş sendromları yaşamaktadır.Bulunduğu konumda bir kez daha belirlediği temel değerleri ile yüzleşme fırsatı elde etmesine rağmen kat kat örtülerle gizlediği fıtratına dönerek yön tayin etmesi ihtimal dahilinde gözükmemektedir.
                 Batının tarihinden bu bilgileri devşirirken islam milletinin mazisini doğru analiz ederek, hal’e ilişkin gerçekçi bir durum tesbitinde bulunmak bizi içinde çırpındığımız sorunlara çözüm geliştirme noktasında bir çıkış noktasına sevkedecektir.Müteakib yazımızda inşallah islam ümmetinin durumunu incelemeye çalışacağaz.