Türk milletini eşi benzeri olmayan bir biçimde kenetleyen, başarılı bir zafer olan ve 20 Temmuz 1974 yılında başlatılan 1. ve 2. Kıbrıs Barış Harekatına filen katılan Sinoplu Gazi Savaş Güdü, büyük zaferin 43. yılında, o günlerde yaşadıklarını Sinoplu gazeteci Hamdi Gökçen’e anlattı. 

İşte Sinoplu Gazeteci Hamdi Gökçen’in kaleminden Kıbrıs Barış harekatı; “Kıbrıs’ta savaş başladığı andan itibaren Sinoplular bu harekata destek amacıyla halk evleri öncülüğünde çeşitli etkinlikler düzenledi. Sinop Halkevi Başkanı Osman Cengiz ve Aşık Hasan’ın büyük gayretleri ile Sinop’ta yaşayan hemen tüm gençlik bir bütünlük halinde Kıbrıs Barış harekatında savaşan askerlerimize katkı sağlamak amacıyla etkinlikler düzenledi. Sinop’ta o gün faal olan tüm müzik gruplarının ve Erfelek ilçesinden İbrahim Yıldırım şefliğinde Sinop’a gelen müzik grubu o gün verdikleri konserlerde tek gaye için çaldılar. Ayrıca Sinop’un gençlerinin çoğu askerlik şubesinde Kıbrıs harekatına katılmak üzere başvuruda bulunmak için sıraya girdi. Burada yapılan en büyük yardım ise Kapalı spor salonunda yapılan etkinlikte elde edildi. Bu yardımların tümü Kıbrıs Barış harekatına gönderilmek üzere askeri yetkililere teslim edildi. Yine Sinop gençliğinin bir kısmı da Jandarmadan aldıkları mühürlenmiş bir sandık ile yaz mevsiminde parkta oturan vatandaşlardan ve Sinop esnafından toplanan paralar Jandarma’ya teslim edildi. 

KIBRIS GAZİSİ SAVAŞ GÜDÜ, “HER YIL 20 TEMMUZ’DA KIBRIS’TA SAVAŞTIĞIMIZ GÜNLERİ VE SOYDAŞLARIMLA O GÜNÜ YAŞIYORUM” 
20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs Barış Harekâtına katılan ve adaya deniz komandolarının ilk ayak basanları arasında yer alan Sinoplu Gazi Savaş Güdü, anılarını 40 yıl aradan sonra Sinoplularla paylaştı. ‘Herkes Ağlıyor Birbirine Sarılıyordu’ Savaş Güdü yaşadıklarını şöyle anlatıyor; “19 Temmuz 1974 günü Mersin’den Kıbrıs’a, Ertuğrul gemisiyle hareket ettik. Kıbrıs’a hareket etmeden önce Diyanet İşleri Başkanı da hazır bulunarak bütün harekata katılacak askerlere savaş duası ve konuşma yapıyordu. Başkanın bu konuşması öyle bir konuşmaydı ki, insanın kanını durduruyordu. Bu konuşma zamanına kadar hiçbir asker savaşa gideceğine inanmıyordu. Ne zaman ki müftü duasının bir bölümün de: Şehit olacaklara Allah’tan rahmet, gazi olacaklara da uzun ömürler dilerim! Deyince işin ciddiyeti anlaşılmıştı. Ve bundan sonra herkes ağlamaya ve birbiri ile helalleşmeye başladı. Daha sonra bir komutan konuşma yaptı ve bu konuşma askeri galeyana getirdi. Komutan bile konuşurken ağlıyordu. 

‘ÜZERİMİZDEN MERMİLER GEÇİYORDU’ 

Ve nihayet yola koyulduk. 20 Temmuz 1974 sabahı saat 8.30 da adaya çıkartma harekatı başladı. Plana göre ilk olarak amfibi taburu karaya ayak basacaktı. Yani ilk hedef deniz komandoları olan bizler oluyorduk. Karaya ayak basmadan önce de bizim jet uçaklarımız ineceğimiz yeri bombalıyorlardı. Denizden de çıkartma gemileri karayı top atışına tutuyorlardı. Maksatları bizi bekleyen düşmanın sayısını azaltmak ve imha etmekti. İneceğimiz yer bu mermi ve top yağmurundan yanmaya başlamıştı adeta. Ve nihayet beklenen an geldi. Çıkartma araçları gemiden karaya yanaşıp kapak attılar. Kapak açılır açılmaz 800 amfibi olarak biz karaya fırladık ve yaylım ateşini başlatan Yunan hem kaçıyor hem de bizlere ateş ediyordu. Biz görmüş olduğumuz eğitim sayesinde sıçrama ve atlama hareketleriyle durmadan ilerliyorduk. Yine plan gereğince biz yol açacaktık. Kara piyadeleri de bir saat sonra düşmandan arınmış bölgeye yani bizim temizlemiş olduğumuz yere; tank, top ve tüfekleriyle ineceklerdi. Nitekim planlanan saatte karaya ayak bastılar ve ilerlemeye başladılar. Ama o zaman içinde 52 şehit vermiştik. Burada bizim görevimiz karacılara devroluyordu. Ama biz yine de durmadık ilerledik. Bir taraftan da yüzlerce Yunan askerini esir alıyorduk.  Esirler konuşmasın diye bizi top ateşine tutuyorlardı. Sağımızdan solumuzdan tam 4 gün 4 gece top ve kurşun yağıyordu. Ama ne var ki Allah Türklerle beraberdi. Sadece bu kurşun ve havandan 150-200 arkadaşımız yaralanmıştı. 4 gün 4 gece uyumadık. Ateşkes olunca biraz rahatladık ve her asker gecede 3 saat uyumaya başladı. Daha sonra bu uykular 6 saate çıktı. Geceleri ise nöbete devam ediyorduk. 

ANAYA MEKTUP 
Devletimize Allah zeval vermesin. Bizi kuş sütüyle besliyor. Her şeyimiz var. Yiyecekten yana sıkıntımız yok. Yatmaya gelince gece mevzilerde yatıyoruz. Ama biz ikmalci olduğumuz için cephanelikte yunan evlerinden aldığımız yataklarda yatıyoruz. Şimdi rahatımız iyidir. Beni hiç merak etmeyin. Allah kalbimizi biliyor. Sağ salim gelmek nasip olursa hepsini daha uzun uzun anlatırım. Bir tane olan vatanımı da çok seviyorum ve çok arzuluyorum. Ama ne çare ki elim yetişmiyor. Sadece hayalimde yaşatıp avutuyorum kendimi. Gözü yaşlı anam! Senin ve babamın kıymetini çok iyi öğrendim. Sizleri çok özledim. Anacığım, benim canım anam! Ne mutlu ki sana, beni bu günler için doğurmuşsun. Kendinle ne kadar övünsen azdır. Babam da bana askerliği sevdirmişti. İşte şimdi vatan için, millet için yavru vatandayız ve canımız feda olsun. Tanrının izniyle inşallah yine beraber oluruz. Tanrı yardımcımızdır. Oğlunu hiç merak etme ve sakın ağlama. Sadece benim için değil hepimiz için dua edin yeter. Sizlerden isteğim; dualarınızı bizlerden esirgemeyin. Babamın ve senin ellerinden saygıyla öperim. Yavru vatandan ana vatana kucak dolusu selamlar.”

Haber:Hamdi Gökçen

 
Editör: Vitrin Haber